BABAN GİDERSE.. Aklın Gider, Canın Gider..



1999 Depreminde  annemlerin evinin yıkılmasıyla bir çok şeyimizi kaybetmiş olduk.

Babamın gözlerindeki problem nedeniyle lupla okuduğu ve aşık olduğu kitaplar, 
dergiler, ansiklopediler,    okuduğu kitaplardan çıkardığı notları, formülleri, denklemleri yazdığı sarı sayfalı kalın ciltli defterler,   tüm geçmişine ait siyah-beyaz fotoğraflar,   albümler,   anneme 40 yıl önce nişanlıyken yazdığı saçının telini istediği mektuplar..    tüm geçmişlerine ait hatıralar silinmişti.. 

Tüm hayatları boyunca  değer verilmiş,  her türlü koşullarda bile saklanmış,  biriktirilmiş her şey  yok olmuştu. Yine de sadece  “Canınız Sağolsun”  diyorduk..  hepsi bu...

Annem ve babam o yazı Avşa'da geçirdiler.  Bundan böyle bir deprem evi alacaklardı ama o yıllara yayılacaktı. Biz Mimaroba'da ilk yerleştiğimiz 2 oda salon evimizden 3 odalı daha geniş bir eve taşınmış ve diğerini kiraya vermiştik.  Annemlerin bize yakın  oturması için harekete geçtik. Kiracımız çıktı.. evin tüm eşyalarını mutfaktan salona, banyodan odalara hazırladık.  

Babam Avşa'da kışın da belki kalırlar diye oraya soba kurmuş ve hazırlıklarını yapmıştı ama kışın hiç bir sosyal hayatı olmayan ve bizlere ulaşım anlamında çok uzak bu yerde oturamazlardı.  Arada abime gidip kaldılar, bizde kaldılar.. Sonunda evleri hazır olunca bizim 2 oda salona yerleştiler.. Artık çok yakındık. Sık sık görüşüyor, birlikte yemekler yiyiyor, gezmelere gidiyorduk. 

Bir yılbaşı gecesi birlikteyiz..



Ancak bu resimde son yılbaşımızı birlikte geçirdiğimizi hiç bilmiyorduk.  

2001 yılında babam zayıflamış ve iştahsızlaşmıştı. Doktorları da hiç sevmez, önerdikleri ilaçları kullanmaz, şekeri olduğu halde verdikleri yiyecek listelerine iltifat etmezdi.  Canı ne yemek istiyorsa ne kadar yemek istiyorsa onu yerdi.   Su içerken gözlerini kapayıp içer, tadını içine sindirirdi. Hayatın tadının bu kısıtlamalarla geçmeyeceğini, "hayatın kalitesinin"  uzunluğundan daha önemli olduğunu söylerdi.




Haftada bir-iki kadeh içkisini içer, sigara tiryakisi olmadığı halde  ayda yılda canı isteyince bir tane içmek için çekmecesinde paket bulundururdu.   Zaten annemin pişirdiği birbirinden lezzetli inanılmaz çeşitli yemekleri hepimiz afiyetle yer, sağlıklı beslenirdik..  Etlerden, balıklara, dilden beyine, ciğerden paçaya, sebzelerden zeytinyağlı dolmalara, sütlaçtan tel kadayıfa, kabak tatlısından ekmek kadayıfına.. reçellerden limonatalara.. Hepimiz iştahlıydık. Babam ağır ağır tadını çıkara çıkara yemek yerdi. Annem onun tabağından tırtıklardı. Abim de önce bitirir benim tabağımdan tırtıklardı. 
Sofralarımız hep yemek muhabbetiyle neşeli geçerdi. Yemeklerin yorumu da yapılırdı.. Suyu az, tadı çok..  annem bu yemekleri uzuuun bir süre pişirmez babama ceza verirdi.. pişirsin diye yalvarırdık..

Yine de insan doğuştan atılan iki zarın etkisini görüyordu. Bir zar kendi yönetiminde ama öteki doğuştan birlikte geliyordu. Babamda da aileden gelen bir şeker yüksekliği oluşmuştu, ama bunu hiç dert etmiyordu.  Zayıfladıkça da şekere bağlıyordu. O yaz yine her zamanki gibi Avşa'ya gittiler.  O yıl  Gürcan'da arkadaşlarıyla Avşa'ya gitmiş  evde birlikte kalmışlardı. Dönüşte bir arkadaşıyla sohbet ederken Babamın pek halinin olmadığını ve çoğunlukla yattığını öğrendim. Bunu annemden öğrenemezdim çünkü o bizi endişelendirecek hiç bir şeyi anlatmazdı.. 



Hemen annemi arayıp sordum. Oradaki doktora gitmişler ve doktor  "normaldir.. şekeriniz yükselmiştir"  diyerek birkaç ilaç vermiş.  Hemen atlayıp Avşa'ya gittim. Babam güçsüz kuvvetsiz kalmıştı, gerçekten hep istirahat ediyordu, başka da bir şikayeti yoktu.  Dönerken O'nu da İstanbul'a getirmek istedim  "sen git ben sonra iyileşemezsem gelirim"  dedi..  Telefonla anneme tembih ediyor, bir an önce göndermesini istiyordum. Bir hafta sonra  babam İstanbul'a geldi. 

Ben de bu sıralarda Avon'da Bölge Satış Şefi olarak çalışıyorum. Mesailerim yoğun, büyük bir hedefi yönetiyorum. Yaz döneminde işlerimiz biraz azalır, tatil periyodları nedeniyle işlerimiz karışık bir hal alır, performansımız düşerdi. O günlerde işi gücü iyice unuttum. Kafamın içinde bir bulut dolaşıyor ve geçtiği yerdeki tüm düşünceleri siliyordu.. 

Babamı alıp  her zaman sağlık konusunda danıştığım ve güvendiğim doktorları olan  Ermeni Hastanesi'ne götürdüm.  Doktor muayene ettikten sonra bir batın ultrasonu istedi.  Ultrasonu çeken genç bayan hem ekrandan bakıyor hem de babama sorular soruyordu.  "Neyin var amca?" "Kaç yaşındasın?"  vb.  İşi bitince babam hazırlanıp kapıdan çıkarken radyolog hanım bana bakarak dudaklarını büküp kafasını sağa sola sallayınca başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Yanlış anlama ihtimalimi de düşünüp babamın koluna girdim..  Koridorda ilerlerken "baba bir dakika ne zaman hazır olur? bir sorayım"  deyip geri döndüm.  "Hayırdır? bir şey mi gördünüz? diye sorduysam da  "doktorunuz bilgi verecektir"  dedi..  anladım işler iyi gitmeyecekti..

Ultrasonun raporunu bir saat içinde vereceklerdi ama ben buna hazır değildim ve babam yanımdayken ne yapacağımı bilemiyordum.  "Yarın vereceklermiş"  deyip babamı eve getirdim. 
Ertesi gün tekrar hastaneye bu sefer yalnız başıma gittim. Doktorun odasına girip oturdum. Yine kafamın içinde bulutlar dolaşmaya başlamıştı.  Ultrasonda iç batında kitleler görünmüştü.  "Maalesef" dedi doktor yapacak bir şey yok..  "Nasıl yani?  babam bir şey yiyemiyor, hali yok ?  ne kadar yaşar? Bunları tahmin etmek yanlış olur ama    "en fazla  bir-iki ay "  dedi..  Nasıl yani ???????

Ben babamı o gün kaybettim..  

Yüreğim parçalandı, içim acıdı, burnum sızladı..  ve tek başımayım.. odadan nasıl çıktım? başka neler konuştuk hatırlamıyorum.. Arabaya atlayıp eve doğru yola koyuldum ama bundan sonrasını nasıl yöneteceğim??  hiç bilmiyorum.. Yolda direksiyonu kırıp Bakırköy Acıbadem Hastanesi'ndeki doktoruma uğrayıp durumu anlatıyorum ve " ne yapmalıyım? kendisine söylemeli miyim?" diyorum.. "Bir hastanın kendi hastalığını bilmeye hakkı vardır, ben anneme göğüs kanseri olduğunda söyledim, siz de söyleyin"  diyor..  



Hayır hayır bu aynı şey değil..  ben sanırım bilmek istemezdim..

Değiştirecek bir şey olmadıktan sonra bilmek ve bilmemek ne işe yarayacak?? kafamda birbir soru? bin bir endişe. karmakarışığım ve elbette eve gidecek ve babama ne olduğunu anlatacağım?  
Ne söyleyeceğim??  Hangi raporu göstereceğim? 

Hayatı bu kadar seven, canlı, neşeli, bilime, gökyüzüne, kimyaya, fiziğe, felsefeye bu kadar aşık, dans etmeyi seven, yemeyi, içmeyi gezmeyi, dostlarıyla sohbeti, eğlenceyi seven babama ne diyecektim?  



Hemen yolda bir kırtasiyede babamın ultrason raporunun bir fotokopisini çektirip fotokopide sadece bir satırı tipexle sildim ve silinmiş haliyle tekrar fotokopisini çektirdim. Rapor öyle ki ; baştan aşağı her şey normal sayılıyor en alttaki maddede hastalıktan bahsediliyordu. Dışarı çıktım, arabaya bindim gidiyorum. Eve varmaya çok az kalmıştı, düşündüm raporun aslı nerde?  Kırtasiyeden çıkınca buruşturup çöpe atmıştım. Hızla geri döndüm ve çöpten raporu aldım. Artık hareketlerim anlamsızlaşmış, kafam karmakarışık olmuş, iliğim kemiğim boşalmıştı, içim acıyordu..

Babam evde beni bekliyordu. Balkonda oturmuş düşünüyordu.. "Merhaba baba nasılsın? iyi misin? yemeğini yedin mi? karnın aç mı?"  diye ortadan konuşuyor sadede gelmiyor ve uzaklaşıyordum. O'na çorba yapmak bahanesiyle mutfağa kaçsam da  "Arda şu raporu ver bakalım neyim varmış?" deyince fotokopi olan raporu verip bir şey söyleyemeden yanından ayrıldım. Raporda her şey normal..  "Bilmiyorum baba bir şey bulamadılar"  diyerek durumu geçiştiriyorum.

Babam .  "Artık ben de gideyim, doktor işlerimiz bitti nasılsa" diyerek hemen Avşa'ya dönmek istiyor Belli ki annemi ve Avşa'yı özlemiş..  İtiraz etmiyorum Avşa onun canı, yaşam enerjisi.. ve ertesi gün Babamı motora bindirip Avşa'ya gönderiyorum.  Bu arada anneme ne söyleyeceğim?  O'nu nasıl hazırlayacağım? 

Bundan sonraki süreç su gibi akıp gitti.  Babamın yanımda olması gerekiyordu. Zaten babam teşhisin konulmamış olmasından rahatsız, tedavi edilmeyi bekliyordu. "Sindirim enzimlerim çalışmıyor, hormonal bir sorun da olabilir bir ilaç verseler dengeye girer, ağzımın tadı yerine gelse iyileşirim" diyordu.  Bir kaşık yemek yese  hazmedemiyordu. 

Babam yoruluyordu,  bu yüzden bazı günler onları arabaya bindirip dolaştırıyordum. Babamın eskisi gibi heyecan duymadığını daha çok depresyonda ve mutsuz olduğunu görüyordum..





İstanbul'a geldiklerinde sırf babam "bana bakılmıyor" diye düşünmesin diye başka doktor ve hastanelere de götürüyordum.  Doktorlar siz neyi oluyorsunuz?  deyip beni odaya alıyor, annemi ve babamı dışarı çıkarıyorlardı..    Hep o odalarda niye yalnız başımaydım ???  Hamit  nerdeydi? abim nerdeydi?   bilmiyorum..  

Doktora giderken ben bir şey bilmiyormuşum gibi yapıyor, doktora da bilgi vermiyordum. Bir gün Samatya Eğitim ve Araştırma Hastane'sine götürmüştüm. Burada acil serviste hemen idrar örneği aldılar ve doktor elle karnını muayene etti ve teşhisi koydu.. hepsi bu..  tomografi çekip detaylı öğrenelim dediler, itiraz etmedim. O gün akşamüstü hastanede hepimiz tüm aile bir araya geldik. Doktorla konuştuk, babamla da konuşmasını sağladık ama yine babama göre teşhis ortada yoktu ..
Doktorlar yuvarlıyordu çünkü..   "Beni hastaneye yatırsınlar, belki iyileşirim"  diyor ama doktorlar hastaneye yatıramayız diyorlardı..

O gün hastaneden ayrılırken hiç yemek yiyemiyen babam arabaya bindiğimizde "haydi hep beraber bir yerde yemek yiyelim" demişti.. O günden sonra abimler de İzmit'ten her gün geldiler gittiler.. 

19 Ağustos günü benim doğum günümdür.. O gün babam yastığının altında bulundurduğu paralardan anneme verip  "bugün Arda'nın doğum günü Güner git de bir pasta yaptır"  demişti.. Annem elinde pasta kutusu eve girince Babamın ve Annemin kızı  olmamın gururunu ve mutluluğunu yaşadım. Babam hasta yatağında bile beni düşünüyor, hatta anneme   "Arda'ya para ver de kendisine bir ayakkabı alsın"  diyordu..  ben O'nun biricik kızıydım.. bu hikayeyi öyle zor yazıyorum ki.. bir yandan da ağlıyorum.. 

O gün babam  yatağında çırpınıyor ve bizi yanına çağırıyor, son sözlerini söylüyordu.. Hamit'e  " Sen benim oğlumsun ailem sana emanet"  dedi... Hepimize öptü sarıldı, ellerimizi tuttu.. hepimiz O'nunla birlikte ağlıyorduk ..  ne kadar da çaresizdik.. vedalaşıyorduk..    Gözyaşlarımızı artık tutamıyor, hıçkırıyor, nefes almakta zorlanıyorduk.

O sırada eczacı olan abimin eşi Meliha şekerli su yapıp geldi ve babama kaşıkla içirdi.. babam dakikalar içinde kendini topladı ve sakinleşti.. bu şeker komasıydı.. şekeri düşmüştü.. Allahım dedim Ne olur doğum günümde babama bir şey olmasın..  Olmadı..

BABAN GİDERSE
Başı dumanlı dağın gider
Atan gider, sırtın gider.
İki kapılı bu handa
Menzile erişen yolun gider.

BABAN GİDERSE
Darda yetişen elin gider,
Aklın gider, canın gider.
Şu dağlanmış yüreğinde
Çocuk kalan yanın gider.

BABAN GİDERSE
Öpülecek elin gider.
Bayram gider..


Annem bu olaydan sonra  "artık sende kalamayız..  babana  bu evde bir şey olursa sen burada oturamaz, izleri kafandan silemezsin" diyerek eve dönmek istedi.   Farketmezdi... bu sefer ordaydım..

Elimden bir şey gelir mi? bu süreç değişir mi? diye çok mücadele ettim ama hepsi nafile.. Tavsiyelerle bir çok formüller deniyordum..   Bu karışımlar için  babam  "sırf senin hatırın için içiyorum" diyordu..   Bir sonuç vermiyordu ama başka da hiç bir şey yapamıyordum.. Oysa o zamana kadar her şeyi mücadele ederek kazanmış, yılmamış, başarmıştım.. Şimdi ise basit biriydim, elimden bir şey gelmiyordu. Çaresizdim..

8 Eylül gecesi Meliha evine dönmüş abim kalmıştı. Hamit ben de gideyim yine uğrarım demiş yakındaki evimize gitmişti.  Dört  kişilik ailemiz  o gece baş başa kalmıştı. 




Son bir iki gündür Babamın bacakları şişiyor ve ağrıları oluyordu.  Ağrı kesici, uyuşturucu bir iğne yaptırmıştık. O gece abim salondaki kanepede annem de yatağında yatıyordu. Ben ise babamın başına bir sandalye koydum ve nöbetteydim,  Gözleri kapalıydı ama elini kaldırıp havada yuvarlak çizmiş "yok bunun çaresi"  ya da "hey gidi günler hey"  der gibi yapmıştı..  Uzun bir süre öylece başucunda oturdum.  Geceyarısı oturduğum yerde bir ara gözlerim kapanmış.. Kafamı tekrar doğrulttuğumda Babama doğru eğildim..  nefes almıyordu.  Son nefesini vermek için benim gözlerimin kapanmasını beklemişti.  Babammmmm...

Hemen abimin yanına gittim ve uyandırdım..  "Abi babam kurtuldu"  dedim..  Aynı şekilde annemi de uyandırdım ve ona da "babam kurtuldu"  dedim.. annem uyku sersemi anlayamadı "nasıl kurtuldu? ne oldu?"  dedi.. Yine hep birlikteydik ama bu sefer babam yoktu..  

9 Eylül'de gözyaşlarımız birbirine karıştı..