Endonezya'nın irili ufaklı o kadar çok adası var ki kesin bir sayıya ulaşılamamış. Sayının yaklaşık 17 bin olduğu düşünülüyor. Saymak, isim vermek, koordinatlarını çıkarmak çok çok zor olduğundan şimdiye kadar sayılamamış.
TERÖR
Bali de bu adalardan biri. Endonezya Müslüman çoğunluklu iken Bali Hinduların çoğunlukta olduğu bir ada. Bu yüzden de turizmi en gelişmiş ada hüviyetinde. Bali'ye neredeyse bütün gelir turizmden akıyor. Bu yüzden de pek eski sayılmaz 2002-2005 arasında çeşitli terör saldırılarına maruz kalmış. İki gece kulübü ve ABD temsilciliği bombalanmış. Saldırıları İslam Cemaati ve El-Kaide üstlenmiş. Saldırının boyutu öyle büyük ki; 202 kişi ölmüş, 209 kişi de ağır yaralanmış.
Bali bize göre dünyanın bir ucu ama biz de dahil dünyanın her tarafından turist alan bir ada. Avustralya'ya yakın olması nedeniyle en çok turisti buradan alıyor. Terör saldırısında ölen 202 kişinin 88'i Avustralyalı iken diğerleri Avrupa ve Amerika'dan gelen turistlermiş.
DEPREM
Hatırlarsınız 2004 yılında Endonezya Hint Okyanusu depremiyle 9 şiddetinde yaklaşık 8-10 dakika sarsıldı. Bu süre dünyanın şimdiye kadar yaşadığı en uzun süreli deprem oldu. Sadece bununla da kalmadı ardından 30 metre yükseklikte tsunamiye maruz kaldı. Etkilenen 14 ülkede 230 binden fazla kişi öldü.
YANARDAĞ
Sadece Bali adasında büyük iki yanardağ var. Birisi 1963'te patlamış ve 100 bin kişi ölmüş. Batur yanardağı da en son 2000 yılında patlamış. İkisi de aktif yanardağlar.
İnsan aman Allah'ım diyor, bu coğrafyada ne işim var? Oysa Endonezya turizm gelirlerini her yıl giderek arttırıyor. İnsan o zaman da burada ne var? diye soruyor..
Burası öyle bir ülke ki şu yukarda bahsettiğim aktif yanardağlara treking falan düzenleniyor. 😕 Gerçi baktım İtalya Etna'da da aynı turlar var. Hem de kratere kadar.. Demek ki gençler asansör olsa volkanın içine bile inecekler.. Bu yüzden bu ülkenin çektiği turiste şaşırmamalı.
Gençler Bali'yi Bali yapan en önemli unsur bence. Özellikle özendirici yayınlar, resimler, videoların bu kadar çok olması Bali'nin turizmini büyütmesinde önemli rol oynamış. Gençler uzaktan çalışmaya başlayınca işler değişmiş. İşte büyümenin anahtar kelimeleri.. Uzaktan çalışma, ucuzluk, doğal-kültürel kaynaklar, Instagram-YouTube paylaşımları..
Tabii işin içinde gençler olunca fiyat avantajı çok önemli. Endonezya yaşam, yeme-içme, konaklamadaki fiyat avantajıyla 141 ülke içinde 3. sıraya oturmuş. Bu ülke gel bana diyor. "Gel bana ye-iç, doğa serüvenleri yaşa, geceleri barlarda kulüplerde eğlen, internetim şahane uzaktan çalış, uzun uzun kal.." diyor.
Bölgenin ufak marketlerinin bile önünde masa sandalyeler yerleştirilmiş. Hiç bir mekana oturmadan marketten aldığınızı yiyip içebilir, oturabilirsiniz. Mekanlar fiyatların üzerine vergi ve hizmet bedeli eklerken marketler çok ucuza geliyor. Ben de oturup bir kutu buz gibi Nescafe Latteyi 13 liraya içebildim. Kentucky'de güzel bir tavuk kızartma menü 2 kişi 180 lira.
Dolaşırken sokakta rastladığım Türk iki gençle konuştum. Yazılım pazarlıyormuş, "İşimi uzaktan yapıyorum, 20 gündür buradayım, bu benim 24. ülkem" dedi. Dünya değişmiş, gençler büyük bir arayışa geçmişler. Öyle arıyorlar ki; dünyanın bir ucuna gelmişler.. Kökleri ana-babaları, aileleri çok uzaklarda kalmış. Sosyal medya sürekli bir pompalamayla meşgul. Bu yaşam stininin sürekli olarak reklamı yapılıyor ve özendiriliyor.
Bali'nin yerli halkı fakir. Adada dolaşırken bir mahalle yapısı görmek pek mümkün değil. Şöyle sokaklarında dolaşayım, yerel halkın arasına dalayım demek çok zor. Nerede yaşadıkları pek belli olmuyor. Nüfusun Hindu olmasından dolayı tapınıyorlar. Hindistan'dan farklı olarak burada her evin bir tapınağı var. Bunu ancak yol kenarlarındaki evlerde görebildik, bahçelerine tapınak yapmışlar.
Bali'nin her yerinde dükkanlarda, sokaklarda, kaldırımlarda, evlerde sunaklar hazırlanıyor. Hem de her sabah. Yollarda yürürken, bir dükkana girerken sunaklara basmamak için dikkat ediyorsunuz. Sunaklar hindistan cevizi ya da muz yapraklarından yapılıyor.
Bir sepet ya da küçük bir kutu gibi örüp, içine çeşitli çiçekler, sakız, şeker, bisküvi, bozuk para koyup bir yerine tütsü yakıyorlar. Hatta bazılarına sigara koyduklarını da gördüm. Böylece tanrılarına verdiği nimetler için şükrediyorlar. Gün içinde de devamlı tazeliyorlar.
Bali'nin neyi meşhur dersem herkes bilir "Bali Masajı". Her yerde masaj yapan dükkanlar dolu. Ayak masajı 30 dk 150 lira, Bali masajı bir saat 300 lira. Gece yarısına kadar açıklar. Hepsinde 10-15 kişi çalışıyor. Bazen hepsi içerdeki koltuklara ayaklarını uzatmış, neredeyse uyuma durumuna geçmiş müşterilerin karşısına diziliyorlar. Çoğunlukla hepsi dolu. Orada çalışan bir genç bana nerden geldiniz diye sordu. Ne Türkiye'yi biliyor ne de komşularımızı.. "Sen dünya haritası gördün mü?" dedim yine kafasını sağa sola salladı, arkadaşına baktı ve güldü. Bence ne dediğimi bile anlamadı. İngilizce ikinci dilleri değil. Aslında yerel olarak 700'den fazla dil konuşuyorlar ve asıl dilleri ortak olarak kullandıkları ulusal dil. Dilleri, dinleri farklı bu toplumları ayakta tutmak, birleştirmek ne zor.
Ayrıca sadece bunlar da değil hukuk sistemi de öyle. Her bölgede farklı kanunlar uygulanıyor. Malezya da da öyleydi. Müslüman toplum için şeriat kuralları vardı. Ancak hepsinin tabi olduğu birincil öncelikli ortak anayasa ve kanunlar var. Eğer bu yasalarla çözülemeyecek bir durum varsa müslümanlar şeriat mahkemelerine gidiyorlar. Bunu duyunca yanımızdaki hukukçu arkadaşlar bile çok şaşırdılar.
Güvenlik endişesinin hiç yaşanmadığı bu adada polis falan hiç görmedim. Hindular tekrar tekrar dünyaya geleceklerine inandıklarından iyi, sakin, kanaatkar, kibar olmaya odaklılar. İyi insan olduklarında ikinci kere daha da iyi şekilde dünyaya gelecekler.
Doğası, kültürü, dini, dili, ekonomisi bu kadar farklılık gösteren bu ada, turizmde çok güzel bir atak yapmış. Oteller hep mistik, ışıklı, havuzlu inşa edilmiş. Hepsinin bahçeleri botanik parkı gibi. Havuz var çünkü deniz yok 😐 Öyle yukardan çekilmiş, denizin dibi görünen, turkuaz renkli deniz resimlerine bakabilirsiniz. Ama öyle bir denizin hayalini kurmayın. Adanın 5 yıldızlı otellerinin bile denizi yok. Yani bize göre.. Akdeniz, Ege gibi muhteşem denizleri olan bize dünyada deniz beğendirmek zordur, hatta imkansızdır. Bununla ilgili de sanırım bir yazı yazmam iyi olacak, anlatacak çok şey var. Bu yüzden denize girmek için hiç bir yere imrenmeye gerek yok. Ama güneşin batışında muhteşem renkler ve manzaralar var, şahane.
Tirta Empul tapınağına girerken herkese bacaklarını kapatacak bir sarong veriyorlar. Bu örtü o kadar canlı renklerde ve güzel ki hemen herkes bunu giyince fotoğraf çektiriyor. Fotoğrafın turizmde en önemli tanıtım aracı olduğunu burada daha da çok anladım. Binlerce insan paylaşım yapıyor, müthiş bir etkileşim yaparak merak ve istek uyandırıyor.
Bu tapınakta ruhsal ve bedensel arınma ritüeli yapılıyor. Aslında bu Hindu inancına göre böyle ama inancı ne olursa olsun dünyanın her yerinden gelen gençler bu suya girmek için sırada bekliyor. Onları seyrederken düşündüm, kim bilir nereden geldiler? Dünyada kiliseler konser salonu haline dönüşüyorken, bu gençlerin Hindu inanç ritüellerine itibarları neden acaba? Ruhsal ve bedensel arınma? Arayış? Deneyim? Medya?
Gerçi civar ülkelerden gelen Hindu turistler de çok. Bu karmaşık nedenlerin hepsi var bence ama çok şaşırtıcı olan Hindu inançlarının, ritüellerinin, tapınaklarının çekim merkezi olması.
Bu tapınakta ejderhanın ağzından akan suyun altında arınmak ve 11 kez bunu ayrı çeşmelerde tekrar edebilmek için bir havuza giriyorsunuz. Havuza girmeden önce soyunma odalarında üzerinizi çıkarıp mayonuzu giyiyor, onun üzerine de vücudunuzu kapatacak şekilde bir yeşil örtüye sarınıyorsunuz. Eski fotoğraflara baktığımda bu yeşil örtü yokmuş. Şimdi ise bu yeşil örtüyü giymeniz mecburi, kiralamanız gerekiyor. Görüntü çok daha güzel olmuş, tabii gelir de artmış. Biz girmedik. Tapınakta kahve ve yeme-içme için bir yer yapmışlar. Oturup kahvemizi içtik, 20 lira..
Ubud Kecak Ateş Dansı gösterisine gitmek için uzun bir yolculuk yaptık. Güneşin batışında orada olmamız gerekiyordu. Tapınak girişinde yine hepimize saronglar-örtü dağıtıldı. İçerde maymunlar dolaşıyordu. Aman çanta, şapka, gözlüklerinize dikkat edin, kapıp kaçıyorlar uyarılarıyla tapınağı dolaştık. Buralarda tüm tapınaklar açık havada, kapalı olanına rastlamadım.
Tapınaktaki amfitiyatro uçurumun kenarında ve yüksekte, denize karşı ve güneşin batışını seyredebilecek konumda yapılmış. Tapınakta bir amfitiyatro ne kadar ilginç.
Biletli girilen gösteri müzik aletleri kullanılmadan, kalabalık, yarı çıplak erkeklerin yere oturarak çeşitli sesler çıkarmasıyla ve hareketleriyle çooook uzun sürdü. Ne söylediklerini anlamadığımız gibi çıkardıkları sesler de müzikal bir değer taşımadı. Transa sokan bir şeytan çıkarma dansına dayandığı için çoğu kişi çok sıkıldı.
Bu ateş dansının yapıldığı tapınak uzak bir bölgede olmasına rağmen bir kişilik bile yer kalmamıştı. Biz çıktıktan sonra da ikinci seans için insanlar yine dolu dolu bekliyordu. Sosyal medyada ise mutlaka gidilmesi gereken bir gösteri olarak yer alıyor. İnsanlara bu deneyimlerin hepsini yaşatıyorlar ve çekici hale getiriyorlar. Seyirciler arasında Endonezya'dan gelenler çoğunlukta olmakla birlikte Avustralyadan, Singapurdan, Hindistandan, çeşitli Avrupa ülkelerinden gelen yüzlerce turist vardı.
Bu gösteri sırasında yaklaşık 30 kişilik grubun değişik çok sesli bir ritim ile hiç durmadan bir saat sahnede yer değiştirerek topluca bir performans göstermesinin zorluğuna ve kendisi için hiç bir şey ifade etmeyen turistlere bilet satarak tapınağa topladıkları yüzlerce insan için "Bravo" dedim. Seslere dayanabilirseniz ne ala...
Taman Tirta Gangga adını Ganj Nehrinden alan kraliyet sarayı. Kral ve ailesi için bir dinlenme alanı olarak yapılmış ama 1963 yılında Agung Yanardağının patlamasıyla neredeyse yok olmuş. Sonra yeniden yapılmış. Her yerinde su var. İçinde renkli kocaman balıkların yüzdüğü bu su Ganj nehrinin kutsallığına da çağrışım yapıyormuş. İçeri girdiğim andan itibaren büyülendiğim bir yer oldu. Sular, balıklar, fıskiyeler, suların üzerinde yürümek için yapılmış taşlar.. Rüya gibiydi. İçinde çeşitli fıskiyelerden çeşitli şekillerde su akıyor. Suyun ne kadar muhteşem bir şey olduğunu hissettiriyor. Mimarisi çok zarif kocaman bir alan. Ben büyülendim. Tam meditasyon alanı.
Uçan Salıncak, Panoramik Salıncak, Tandem Orman Salıncağı, Yatak Salıncağı, Dönen Luna, Hobbit Yuvası, Orman Yuvası, Orman Kalbi, Sinematik Teraslar ve sosyal medyada çok iyi bilinen diğerleri. Bu aktivite tamamen sosyal medya için yaratılmış. Yüksek bir ip salıncağa sizi bağlıyorlar ve palmiye ağaçları arasında sallanmanın hoş hissini yaşıyorsunuz. Salıncağa binmek 400 lira. Eğer sallanırken etekleriniz uçuşsun istiyorsanız bir elbise kiralıyorsunuz, bu da 700 lira. Sallanırken metrelerce uzunlukta eteğiniz uçuşuyor. İstediğiniz canlı renklerde giysi seçebiliyorsunuz. Şahane bir fotoğraf çektirme anı oluşuyor. Sosyal medyada çok bilinen bir anı yaşamış olmanın mutluluğunu yaşatıyor. 😀 Arama motoruna Bali salıncak yazın ve fotoğrafları görün..
Pirinç Terasları muhteşem görüntüler veriyor. Yemyeşil teraslar arasında sular şarıldayarak katmanlardan akıyor. Daha önce hiç pirinç tarlası görmediğim için çok değişik. Bu Hindistan'da gördüğümüz çay tarlalarına benziyor, teraslar ve yeşil muhteşem. Burası da turistik olarak düzenlenmiş. Terasların üst seviyesinde bir restoran konumlanmış. Her türlü yiyecek var. Biz pizza istedik, taş fırında pişip geldi, çok güzeldi. Pirinç tarlaları arasında uzanan yolda yürüyüş yapmak rüya gibiydi. Bizde hala tarım turizminin olmaması ne büyük bir kayıp. Oysa ayçiçeği tarlaları, pamuk tarlaları, çay tarlaları, üzüm bağlarını seyretmek ne güzel olurdu. Şimdilerde lavanta ve gül bahçeleri ile ufak adımlar atıyoruz sanırım.
Instagramda öne çıkanlar diye turlar düzenliyorlar. Yani sosyal medyanın gücünü şahane kullanıyorlar. Fotoğrafla dünyaya tanıtım yapıp istek uyandırıyorlar. Cep telefonundan bu fotoğrafları gören herkes orada olmak, bu fotoğrafı kendisi çektirmek istiyor. Denizin rengini, sahilleri, otelleri, dağları, yeşili görmek için saatlerce uçuyor.. Arınmak için gelenler, yoga kamplarına katılanlar, inzivaya çekilmek için gelenler..
Avrupa'nın erkenden kapkaranlık olan sokaklarına, kapanan mekanlarına karşılık Uzakdoğu ışıltı vaad ediyor. Yeme-içme yerlerinden canlı müzik yayılıyor. Mekanların çokluğu, nezih ve güzel oluşu, fiyatları, lezzetleri, insanların naifliği gençlerin kalbini çeliyor, "Hayat burada" dedirtiyor. Bunların yanında tropikal ormanları, doğal güzellikleri ve bu güzellikler içine konumlanmış aktiviteleri tam onlara göre. Turistlerin çoğu bu gençlerden oluşuyor.
Zaman değişiyor. Nasıl bir yaşam? Nerde? Kiminle? sorularına verilen cevaplar artık bizim ezberimizden farklı. Aileden uzak olmanın sorun olmadığı, vatan topraklarının burnunda tütmediği, yemeklerinin aranmadığı, eş-dost-akrabaların uzaktan sevildiği, değişik, sıra dışı, ilginç yaşamların ilgi çektiği yeni hayatlar var. O zaman da insan herkes istediği gibi, istediği yerde yaşasın diyor. Yeter ki mutluluğu ve yaşamın anlamını çok aramadan bulsunlar. Hem kendi içlerinde hem de yaşamlarında..