PHUKET ! Sen Bize Ne Yaşattın Öyle?



Phuket 2014 yılında yaptığımız Dünya Seyahatine imzasını atmıştı. Patong sahilinde yaşadığımız keşmekeş ve memnuniyetsizlik üzerine "Acaba gitmesek mi?" dediğimiz Naka Island ile bizi şaşırtmış ve sıra dışı bir turizm anlayışı ile sonunda "İyi ki geldik, biz ne yaşadık böyle" dedirtmişti.

Bu ikici gidişimiz pek de heyecan verici değildi. Yine de doğal güzellikler vaat eden adalarını görecek olmamız değişik geldi. Otelimizden sabah erkenden çıkıp yarım saatlik bir yolculuktan sonra Phuket'in güzel marinasına ulaştık.

 


Marinanın adı Royal Phuket Marina. Marinaya bir tabela asmışlar "Bu marina Asya'nın ilk ve tek karbonsuz marinasıdır" diyor. Bu da bana çok enteresan geldi.

Arkamızda öyle yazıyor :)



Elektrik kablolarının binlercesinin direklerde sallandığı, çevresel düzenlemelerin en alt seviyelerde olduğu bu coğrafyada ilginç bir yaklaşımdı. Sonra bunun ne anlama geldiğini merak ettim. Deniz taşıtlarının yakıt tüketimi ve yanma süreçleri nedeniyle atmosfere karbon salınımı yaptığını, bunun da iklim değişikliği ve hava kirliliğine yol açarak, deniz ekosistemlerine zarar verdiğini öğrendim. Bu nedenle karbon salınımının azaltılması ve karbondan arınması için önlem alıp, çalışmalar yapılıyormuş. Marina belli ki uluslararası turizmin dikkatini çekip yüreğini ferahlatacak önlemi aldığını bildiriyor. Öyleyse çok güzel, ama gerçekten öyle mi?



Böyle bir marina için "Vay be" dedirtiyor.. ama bunun için ne yapıyorlar onu bilmiyorum. Çünkü tüm deniz motorlarında üçer dörder koca koca devasa motorlar var? Turizm kazancımız artacak diye doğa nasıl katlediliyor çok anlaşılır oluyor böylece.

Öyle ki buralarda ekosistem öyle zarar görüyormuş ki; bazı adalara deniz canlıları kendini yenilesin yosunlar, mercanlar yok olmaktan kurtulsun diye bir-iki ay turizm yasağı geliyormuş. Bunları da hep yerel gazetelerinden araştırıp buldum. Çünkü bir terslik var. Doğanın zorbaca kullanıldığı ama birilerinin üst düzeyde rant sağladığı gerçek. Bu zıtlıkları görünce insan ister istemez soru soruyor.

Marinada öyle rezidanslar varmış ki ; her dairenin özel bir yat garajı varmış. Biraz daha araştırınca
Marina'nın kurucusunun Gulu Lalvani olduğunu öğrendim. Bu isim bana hiç yabancı gelmedi. Hintli
dünya zengini işadamı. Aaa bir de baktım ki Semiramis Pekkan'ın 9 yıl evli kaldığı eski eşi. Nerden nereye?? Semiramis Pekkan'ın bu zengin adamdan bir de çocuğu olmuş.

Marinaya gelir gelmez bir salona alındık.. Bileklerimize otellerde takılan bilekliklerden takıldı. Girdiğimiz salonda açık açık büfe kahvaltı verildiğini gördük. Bir motorla ada turu yapacaklara zengin bir menü sunuluyor. Sunumu şaşalı olmasa da menü çeşitli ve güzel. Biz otelde kahvaltı etmiştik ama burada da ufak tefek atıştırdık. Sonra da bir görevli elindeki mikrofonla yolcular için Andaman Denizi haritası üzerinde bilgi aktarmaya başladı. Bir yandan adalarla ilgili bilgi verip bir yandan da adalarda neler yapılabilir anlattı.


Yolculuğun detayları bitince katılımcılara sağlık bilgileri soruldu. "Kalbi olan var mı?" "Bel fıtığı olan, ameliyatlı olan var mı?".. Katılımcılar ve görevli bu sorulara gülerek eğlenceli bir ortamda cevap veriyor, birisi rahatsızlık geçirdim dese de "Kaç yıl önceydi? Tamam bir şey olmaz" diyerek kararı da veriveriyordu. Sonrasında sigorta ile ilgili bir belgeye tüm yolcuların imzası alındı.

Tüm bu işlemlerin bizim için o sırada bir anlamı olmasa da hiç tereddütsüz bu işlemlerden geçtik. En sonda da bir kavanoza bulantı hapları konulmuş, birer tane alıp çantamıza koyduk. İkram nasıl olsa :)

Bu sorular sorulurken adalar turu yapacak olan katılımcılar olarak bizler bir deniz yolculuğu için bu sorulara ne gerek olduğunu anlayamıyoruz tabii ki.. Sonra da muhteşem manzaralarla dolu adalara
gitmek üzere katamaran tipi büyük bir tekneye bindik. Deniz otobüsünün küçüğü, içinde çeşitli
turistlerin olduğu yaklaşıl 40-50 kişilik bir tekne. Göreceğiniz gibi can yelekleri de oturduğumuz koltuklara bağlanmış durumda.. Hepimiz mutluyuz...





Katamaran tekne sırasıyla adalara uğruyor, ya denizde mola veriyor, ya da adaya yanaşıyor. Bazen dalgalar rüzgarla üzerimize sular sıçratsa da katamaranın fermuarlı naylon perdelerini kapatıp korunuyoruz. Sonunda Phi Phi adındaki o meşhur adaya da yanaştık. Burada yolcular için bir restoranda yemek molası verildi. Yemek açık büfe. Birkaç tane daha restoran var. Doluluğa göre yolcuların  hangisine gidecekleri belirlenip bir kağıda adı yazılıp duyuruluyor. Organizasyon çok güzel işliyor.

Bu adada yüzerken iki Türkiye'den gelen genç kızla tanıştık. Üniversiteyi bitirmişler ve kendilerine  yerleşecek yer arıyorlarmış. Nerede yaşasam? diye dünyanın bir ucuna gelecek kadar arayışa girmişler.  Ucuzluğu cazip geliyor sanırım ama yeşil bir doğa arıyorlarmış. Köyde büyümüş bu kızlara köyünüze gidin diyemedik tabii. Belli ki daha çok arayacaklar :) Allah kolaylık versin.


Yemeğimizi yiyip çay kahvemizi de içtikten sonra sahilde kısa bir yürüyüş yapıp McDonalds bile olduğunu gördük. Bu kısa yol hediyelik eşya satanlarla turistik hale getirilmiş. Zamanımız dolmak üzereyken son çektiğim fotolarda bile denizin üstünün karardığını ve dalgaların yavaştan arttığının farkında değildik.


Tekneye bindiğimizde tüm sudan korunmak için bulunan perdeler kapatılmıştı. Hatta niye yolculuk başlamadan hepsini kapattılar diye düşünmüştüm. Yola çıkmadan yerlerimize yerleşirken bir görevli teknede karpuz dilimlemeye başlamıştı. Hepsini çok güzel şekilli kesip dilimledi ve tekne hareket ettikten sonra da herkese ikram etti. Teknenin girişinde herkese yetecek kadar su, meyve suyu ve muz ikramı her daim hazırdı.

Teknemizin 4 kocaman motoru çalıştıktan sonra hızla yol almaya başladık. Fakat rüzgar o kadar şiddetli ve dalgalar güçlüydü ki tekne dengesiz şekilde savrulmaya, zıplamaya başladı. İlerledikçe şiddeti artıyordu. Başta her zıplamada eğlenceli bir lunapark deneyimi gibiydi. Yolcular arasındaki gençler "Hoooopppp" diye bağırıyordu. Bir oturup bir kalkıyorduk. Dalgalar büyümeye hava iyice patlamaya başlayınca katamaran denizden ayağını kesiyor, zıpladıktan sonra "Baaaammmm" diye tekrar suya çarpıyordu. Ellerimizle önümüzdeki koltuğa sıkı sıkıya tutunmuş haldeydik. Bu durumun giderek şiddetlenmesi ve korkunun giderek artmasıyla bağırmalar değişti. Tekneye korku dolmuştu.

Önümüzdeki sırada oturan bey belini incitti, yanında oturan eşi de koridora istifra etti. Yan sıramızda oturan iki genç kız baygınlık geçirdi ve ön sıradaki erkek arkadaşları onların yanına oturarak birbirlerine sarıldılar. Ara sıra kıza bakıyordum, kız bayılmıştı ve arkadaşı yüzünü tokatlıyordu. Dalgalarla boğuşan katamaranda herkes çığlık çığlığaydı. Tekne dalgayla yükseliyor şiddetle denize çarpıyordu. O sırada biz otururken havaya fırlıyor tekrar koltuklarımıza şiddetle çarparak oturuyorduk. Önde hava alsın diye açık bırakılan perdeden sular üzerimize sıçrıyor, rüzgar alıyorduk.

"Yolun sonu" dedim. "Buraya kadarmış!".. Kaptan ayağı yalınayak, esmer bir genç. Direksiyonu bir sağa bir sola çeviriyor, dalgaları karşılamaya çalışıyordu. Çalışanlar kusanlar için hemen torba dağıttılar, yerdeki kusmuklar midemizi bulandırmasın ve yerler kaymasın diye büyük havlularla üzerlerini kapattılar. Bitmiyordu...Yan sırada oturan genç bir yandan kendisine sarılmış baygın kızı tutarken bir yandan da yandaki sırada istifra eden bayana torba tutuyordu. Üstüne başına kusmuklar sıçramıştı. 

Durumun ciddiyetini anlayamıyorduk. Mürettebat genç çocuklar rahattılar, gülüyor aralarında eğleniyor görünüyorlardı. "Ne kadar yolumuz kaldı ?" diye soranlara yalandan 10 dakika-20 dakika diyorlardı ama en son sorulduğunda 40 dakika dediler. Artık soru sormayı bırakmıştık. Endişe korku rutin ilerlemiyor bir müddet sonra teslim oluyordu. Kimsede hal, derman kalmamıştı. Bir yandan da can yeleklerini düşünüyordum. Tekne suya çarptığında motorları arızalanabilir, delinebilir, hasar görebilirdi. Böyle bir durumda bu dalgalarda su üzerinde kalabilmek mucize olurdu. Can yeleklerini bize niye giydirmediler? Nasıl giyerim? diye düşünürken önümdeki yeleğin sandalyeye kilitlendiğini gördüm. Onu açmak ve giymek için ellerimi tutunduğum yerden bırakmam lazımdı. Bir an bile tutunmadan yapamazdım. Bir ayağımla da zemine sıkıca basmazsam dengede kalmam mümkün değildi.

Herkes kafasını eğmiş, kimse dışarıya, dalgalara bakamıyordu. Aklımda deli sorular vardı ama bana güven verecek bir ortam yoktu. Kilitli can yelekleri, marinada bize yapılan sunum, imzalatılan sigorta belgesi, bulantı hapı... Her şeyin önceden defalarca yaşandığını gösteriyordu. Defalarca bunu yaşıyorlarsa önlem bu muydu? Güler yüzlü personel, büyük havlular, siyah poşetler.. 

Bu yazıyı yazabildiğime göre sağ salim karaya indik demektir. Allah'ıma bin şükür 🙏.. Tekne limana yaklaşırken dalgalar azaldı, hava sakinledi, biz de sakinleştik. İndiğimizde yeniden hayata başlıyor gibi hissettik. Hani "Öldük öldük dirildik" denir ya.. aynen öyle.. 

İçim rahat değildi. Bu riskleri alarak güvensiz yola çıkan bu teknelerin yaşanmış kazaları var mıydı? Akşam otele dönünce hemen internetten haber araştırdım. 2018 Yılında Phi Phi adasından yola çıkan tekne dalgalarda alabora olmuş ve 41 Çinli turist ölmüştü. Bu resmi de oradan aldım. Korkunç.




Daha bir çok deniz kazasına ev sahipliği yapan Phi Phi adası yaralanma ve ölüm hikayeleriyle doluydu. Adadan yola çıkan sürat teknesi kayalıklara çarpmış, Rus yolcunun ciğerleri delinmiş, birinin kaburgaları kırılmış, çocukları ölmüş, kaptan uyuşturucu testine tabi tutulmuş ve kanında amfetamin bulunmuş..

Phi Phi adası alarm verilip kırmızı bayraklarla donatıldığında iki turist genç yine de denize girmek istemiş. Cankurtaranlar "Girmeyin" diye yalvarmışlar ama dinletememişler, ikisini de dalgalar yuttuğunda cankurtaranlar cansiperane şekilde denizden cesetlerini çıkarmayı başarmışlar. Haber aynen böyle yazılmış. Başka birinde de turistlerden 10 kişinin kemikleri kırılmış.. bu nedir yaaa...

Okudukça içime sıkıntı girdi. Nasıl da ucuz atlattığımızı düşündüm. Hava şartlarının her zaman böyle olmadığı doğru olabilir. Ancak havayı ve denizi tahmin etmedikleri söylenemez. Kaptanın ve çalışanların rahat tavırları bazılarına moral vermiş. Bana da aksine hiç güven vermediler. Can yelekleri aksesuar olarak sandalyelere bağlıydı. Biz havalara zıplarken emniyet kemeri gibi bir aparat bile takılı değilken gerçekten kemiklerimizi kırmak işten bile değildi. 

Ne yazık ki, yıllar boyunca Phuket'de deniz güvenliğine gölge düşüren kazalar yaşanmasına rağmen Phuket denizcilik sektörü hiç bir zaman güvenlik sorunları hakkında konuşmak üzere bir araya gelmemiş. Sürücülere yönelik denetim ve taramaları arttıralım, yasadışı madde kullanımına karşı testler yapalım, turist taşıyan tekneler için sigorta yapalım önerilerinde bulunmuşlar, o kadar. 

Phuket bu adaların dünyaya tanıtımını yapıp, binlerce kişiyi buralara getirmeyi başarıyorken hangisini ihmal ediyor? Açık büfe kahvaltı, yemek, ikramlar? Eğlenmeye gelen insanların can güvenliği? Teknelerle zarar gören kayaçlar, mercan resifleri, deniz canlıları? Karbonsuz marinadan kalkan kocaman motorlu katamaranlar? O motorlarla girilmeyen, sandallara aktarma yapılması gereken yerlere yüzme molası vermek için giren motorlar.. 

Ve aç gözlü, doymak bilmeyen her yeri, her deliği görmek isteyen insanoğlu... bu yüzden ülkelerin gelişmişlik düzeyi kuralları getiriyor ve onları ciddiye alıyor. Doğasını, tarihini insandan korumak için önlemler alırken insanı da koruyor, can güvenliğini sağlayan önlemler alıyor. Her iki tarafın da korunduğu turizm sürdürülebilir oluyor. 

Ertesi gün programda olan James Bond adasını görmesek de olur deyip tura katılmadık. Üstelik o gün hiç durmadan yağmur yağıyordu. Denizin şakası olmaz demişler. Bizde hat vapurları bile böyle havalarda sefer iptali yaparlar. 

Havayı, dalgayı hiçe sayıp dalga geçen, açık denizde insanların canını tehlikeye atan, doğayı tahrip eden savurgan, özensiz, bilinçsiz turizm anlayışı değişmeli... Yoksa biraz da biz mi değişmeliyiz? 

Tayland'da daracık sokaktan geçen treni görmeye binlerce insan geliyor. Tren hiç bir güvenlik önlemi olmayan bu derme çatma yoldan geçerken insanlar sıkışmış halde tezgahların arasına sığınıp kendini korurken bu deneyimi yaşamak istiyor. Kimileri trenin geçtiği yola dizilirken kimileri de içinde yolculuk yapıp dışarıyı fotoğraflıyor. Bu da gelişmiş toplumların birbirine benzeyen yapısını ve kültürünü görmek yerine basitlik, ilkellik ve değişiklik arayışı sanırım. 



Hindistan'da da sokaklarda, trenlerin üzerinde üst üste yığınlar halinde yolculuk yapan insanların fotoğraflarını görüyoruz. Bunlar da bizim için görülmesi gereken ilginç, ilkel yerler oluyor. 

Evet çok değişik, çok şahane, çok ilginç... tamam paramızı alıyorlar razıyız... 
Yeter ki aklımızı, canımızı almasınlar..