İsviçre'nin Neyi Farklı?



İsviçre geçen hafta bir referandum yaşadı.  Halk kullandığı oylarla yeni asgari ücreti reddetti.

Nasıl oluyor da halkın meclisten öte bir yetkisi oluyor?  Referandum yapıyorlar.

2011 Yılında İsviçre'ye gittim.. Dünyanın en zengin ülkelerinden biri. Ülke topraklarında hiç savaş olmamış.  Dünyanın Bankası durumunda. Herkesin parası orada..  Şimdiye kadar hiç bir savaşta buralara kıyamamışlar :))  Hitler bile buraya gelince durmuş..



İsviçre muhteşem bir doğaya sahip. Yıllardır bunu yeşertmiş, korumuş.. Heidi'nin memleketi..

Teyzesi tarafından Alp'lerdeki  çocukları sevmeyen aksi dedesinin yanına yerleştirilen ve Peter'le arkadaş olan Heidi..

Yaşadığı yerlere, dağlara, yeşilliklere, mutluluğuna o zamandan hayranız..




İsviçre'ye Alp Dağları'na giderken tek tanıdığımız oydu. Dağ bayır dolaşırken izini göremesek te, yaşadığı yerler muhteşem doğasıyla  hayal bile edemeyeceğimiz güzellikteydi.


Alp Dağlarının eteklerinde kurulu bir yerleşim olan Interlaken tam da iki muhteşem gölün ortasındaydı.

Dağlardan buz gibi akan sular çağlıyor, sonra göllere kavuşuyordu.  Göle bakmakla doyamazsınız. Bir takvim yaprağı gibi..

Etrafı yemyeşil dağlar.. göllerde suyun üzerinde bir dal parcası, bir yaprak yok.. tertemiz.. rengi buz gibi..




İsviçre bir göller ülkesi... her biri bir başka güzel..




Dağlar kocaman.. 4158 metre olan Jungfrau'nun karları görünüyor, tepesi Ağustos ayında hala buzlu. Tren yolu yapmışlar. Avrupa'nın en yüksek demiryolu istasyonu.. tren dağlara tırmanıyor.. tam  3.454 metreye çıkıyor.

Her yeri dağlarla çevrili bu yerleşimde kışın kayak turizmi meşhur.  Dağların hepsinde teleferikler yazın da çalışıyor. Yükseklere çıkan finikülerler yapmışlar.. 8 dakikada  1322 metreye çıkıyor. Lunapark gibi.. sanki tepeye ağır ağır çıkacak sonra aşağıya bırakacak gibi hissediyorsunuz..




Çıkınca dağın tepesinde oturup bir şeyler yiyebileceğiniz yerler var. Harika manzarayı seyrediyorsunuz..



Böylece çıkılmadık dağ, binilmedik tren bırakmıyorlar. Üstelik bu tren yollarını neredeyse 100 yıl önce yapmışlar.. Tüm trenler, göller üzerinde gezen minik gemiler, teleferikler, finiküler'ler  turistleri taşıyor.. dağlar vızır vızır..  Ülke dağlarından müthiş bir turizm geliri elde ediyor..

Akşam olunca saat 6'da  tüm dükkanlar kapanıyor.. Market falan bulamazsınız.. İnterlaken'de en büyük tek market olan Migros  saat 6'da müşterilerine teşekkür edip kapıları kapatıyor. Ülkede çalışanın yaşam hakkını korumak üzere çalışma saatleri düzenlenmiş.

Biz oradayken bir festival başlamak üzereydi. Bir hafta boyunca hazırlık yapıldı.. Ne mi yapıldı?
Ortadaki  çok geniiiş  düzlük  yeşillik  alana portatif tribünler, güreş için kum havuzları,  yiyecek-içecekler için kafeteryalar,   tahta oturma sıraları...  her şey oraya taşındı.. bir çok teknik eleman motajında çalıştı.  Yılda bir kaç kez düzenlenen etkinlik, konser, yarışlar ve turnuvalar için bu portatif sistemler kullanılıyor..  Dağların arasına kocaman bir beton bina kondurmuyorlar.. Biz de hemen meşhur müteahhitlerden birkaçı muhteşem projeleriyle burada boy gösterirler, altına bir de AVM yaparlardı.

Bu kırlık alanda yok yok..  elektrik tesisatları bile yerin altında hazır... Beton kapakları kaldırıyorlar altından bir elektrik odası çıkıyor.. aynı market depoları gibi.. caddelerde yük indirme bindirme, taşıma yok.. kaldırımdan bir kapak açılıyor, hoop kaldırım üzerine aşağıdan bir asansör geliyor, yüklüyorlarlar hooop aşağıya.. kapağı kapatıyorlar araba yola devam :))  Aşağıdaki resimde asansör yerin üzerinde..




Etkinlik alanına kurulacak olan tribünlerin konstrüksiyonları montaj yapılıyor.. şip şak..  Kocaman tribünler için katlanan binlerce sandalye getirilmiş, hepsinin numaraları bile var.. şaşırdık..   ama sonradan anladık ki ; Dünya'da böyle..  Amerika'da  Miami'de de bir koşu öncesi ikram çadırları, tribünler kurulmuş, binlerce insan yemiş-içmiş, koşmuş, müzik dinlemiş ve etkinlik bitince ertesi güne yemyeşil bir düzlük kalmıştı..  Yemyeşil bir düzlük, kocaman bir beton yığını değil..




Bu yüksek dağlarla çevrili coğrafya binlerce kişiyi oraya toplamayı başarıyor.. Yaz-kış demeden her mevsimde yapacak bir etkinlik var.  Yaz aylarında dağlara tırmanıyor,  paraşütlerle atlıyorlar..

Etrafı dağlarla çevrili olduğu için ulaşım çok zor. Tünellerle de bu işi halletmişler.. Bir tünelle İtalya'ya bağlanıyorlar.. Tünel öyle uzun ki bir müddet sonra  arabanın içindeki ısı artıyor, camlar ısınıyor..  git git bitmiyor.. tam 17 kilometre tünelde gidiyorsunuz..

Her yere tren gidiyor..  dağlardan trenleri aşırtmışlar.





Dağ-tepe dolaştık, köylerine girdik.. Dağ köylerinde bir tek beton ev bulamazsınız, hepsi ahşap.. hepsinin penceresinden çiçekler sarkıyor, hepsi bakımlı, tertemiz.





Kışın yakmak üzere odun depoluyorlar. Nereye mi? Bakın..
Böyle odundan evler yapmışlar.. İçi-dışı odun..



Oraların köylerinde yaşayanlara köylü denilmiyor. Bizim gibi şehirliye benzeyen, 
ayağında pantolonu, bizim gibi giyinmiş bir kadın traktörün tepesinde.. tarım yapıyor..

İşi bu..  biçtiği otlarla hayvanları beslemek, sütlerini sağıp peynir fabrikalarına satmak.. Bunun için her dakika çalışması gerekmiyor.. Bu işleri kolayca yapabilmek için tüm alet-edavata, makinaya  sahip..

Amcamın köyünde de aynı işler yapılıyor. Hayvanların akşamları içinde kaldığı yeri sabah görmek istemezsiniz.. Koku, sinek, pislik.. bu ortamda da sütleri sağılıyor.  Bu  pis iş kadınların :((  erkekler hayvanları alıp dağlara götürmekten sorumlu..  Amcam eskiden iki kişiyle yaptığımız işleri şimdi 8 kişiyle yapamıyoruz diyor. Neden?

Genç nesil hayvancılığı, çiftçiliği sevmiyor. Amcam kurduğu bu mücadele tarlasının ekinlerini kime emanet edeceğini bilmiyor.. Bunları anlatırken gözleri yaşarıyor.. Yıllar önce  "ben kimsenin yanında çalışamam"  diye seçtiği bu işi ne çok seviyor.. Keşke ülkemde de tarımla hayvancılıkla ilgili bu gelişmişlik düzeyi yaşanabilseydi, bugün herkes Büyükşehirler'de ekmek aramazdı diye düşünüyorum..

Bu dağ köylerinde bir hayvan ağılı görünce meraktan dibine kadar gittim. Pencere açık.. içerde hayvan yok.. zemin pırıl pırıl.. yıkama sistemi kurmuşlar. tazyikli su muslukları var.. vanaları açınca meyilli oluklardan tüm pislik akıp gidiyor.  Nereye? dışarıya mı?  bizim köylerde ortada kurutulur, gübre ne de olsa..  Buralarda hiiiççç biirr şeeeyyy göremezsiniz..  bir hayvan pisliği, bir koku duyamazsınız..

Her yer yemyeşil olduğu için doğal bir yem.. Bu yüzden hiç bir dağda, bayırda çimler uzun değil.. hepsi biçili..  Oysa amcamlar hayvanlar yesin diye ekin ekiyorlar. Arazileri sınırlı olduğu için ekilen otlar hayvanlara yetmiyor.  Yetsin diye yaprak sayısını arttıran gübrelerden atıyorlar..  O'da çaresiz.. geçen gün hayvanlar komşunun bahçesine girmiş, kavga kıyamet..

Hayvanlar sabahın köründen akşama kadar otlaklarda.. Amcam hayvanlar beslensin diye her gün.. kilometrelerce uzağa gidiyor.. hayvanlar otları yedikçe ertesi gün daha da uzağa gitmek zorunda..

Daha bunun kışı var. Kışın hayvanlar dışarı çıkamıyor, otları önlerine konuyor.. Kendi ekmeklerinden önce hayvanların yiyeceklerini düşünüyorlar.



Eğer kendileri yaz aylarında yeterince hazırlayamazlarsa dışardan satın alıyorlar..

Bazen hava şartları iyi ekin vermiyor. Dışardan almayı istemiyorlar..ama mecbur kalıp parayla alıyorlar.

Oysa buralarda az olan değerli..  az üretimden de para kazanıyorlar. Peynirler çok pahalı..

Peynircilerde raflarda peynirler mücevher gibi incecik dilimlenip paketlenmiş..

Fiyatları farklı iki benzer peyniri gösterip "Niye fiyatları farklı?" diye soruyoruz.. " Efendim bu peynir bu dağın, şu peynir de şu dağın sütünden yapılıyor ".. cevabını alıyoruz.  Nasıl yani?

Biz peyniri yeriz sadece.. öyle hangi dağın peyniri bilmeyiz.. Biz Ezine peyniri, Kars kaşarı falan biliriz ama dağları bilmeyiz :))  Hayvancılık budur yani :))
Şarkı sorar "hangi dağın karısın sen?" diye.. o misal..

Otları biçer biçmez hepsini kışa hazırlamak için balyalıyorlar. O balyalar bile tertemiz, üzerlerinde bir ot tanesi yok.  Evlerin hemen hemen hepsinin önünde bir çalı süpürgesi duruyor, şu uzun saplı olandan.. Ben bayıldım.. Öyle plastik süpürgeler, viledalar  falan yok, ortalıkta her şey doğal.. yerlerde bir tek yaprak yok, yollar tertemiz..

Dağlardan şelaleler akıyor.  İlk kez bir dağa önce merdivenle sonra asansöre binerek tırmanıyoruz. Asansör dikey değil yatay ilerliyor, önünüzdeki karanlığı görüyorsunuz.  Çıktığımız noktada dağın içindeki yarıklardan aşağıya akan suları yine dağın içine yapılmış iskelelerden seyrediyoruz.. Dağların içini de gezdirmek ve göstermek için içinden yollar yapmışlar, asansörler koymuşlar, raylar döşemişler, tüneller açmışlar..

Nasıl kuvvetli.. Dağlar binlerce ton suyu yeryüzüne boşaltıyor..  Bosna-Hersek gibi değil.. evler sular altında kalmıyor, sel yaşanmıyor... mayınlar sel sularıyla  yer değiştirmiyor.  Zaten mayın da yok bu ülkede.. Burası İsviçre..hiç savaşa katılmamış.. topraklarında kimse şehit olmamış.. savaş yok.. bu yüzden halk yeni savaş uçaklarının alınmasına karşı..

Halk nasıl oluyor da kararları değiştirebiliyor?   Neler yapmışlar bir bilseniz!!
Şimdiye kadar bir çok kararı değiştirmişler..


  • Meclis AB'ye girelim demiş, halkın isteğiyle ;  AB'ye girişi reddetmişler.. ama Shengen vizesine dahil olalım demişler, böyle kabul edilmiş.
  • Cami minareleri şehir görünümünü bozuyor diye yasak getirilmek istenmiş. Referanduma gidilmiş, halk   "minare yapılmasın"   kararı vermiş.
  • Suç işleyen göçmenler sınırdışı edilsin mi?  konusunda ise "evet sınır dışı edilsin" demişler
  • İnsanlara  İsviçre'de ölümle yaşamlarını sonlandırma özgürlüğü tanınsın mı?  diye referanduma gitmişler "evet"  kararı çıkmış. 

Halk itiraz ederse hemen sandıklar konuluyor herkes fikrini söylüyor. Çoğunluk ne derse kabul edilip uygulanıyor. Ancak koşulu var :))

Meclisin onayladığı bir karar için  100 gün içinde 50 bin imza toplanırsa referanduma gidiliyor. Eğer Anayasa yapılmışsa  18 ay içinde 100 bin imza toplanırsa Referanduma gidiliyor. Yani ister Mecliste olsun, ister Anayasa haline gelmiş ve onaylanmış olsun halkın itiraz hakkı var.. İmza topluyorlar..
o kadar..  maddeler yeniden düzenleniyor.. Çoğunluk ne isterse..

İnsan bir hoş oluyor..  Sonra da Aysun Kayacı'nın  "dağdaki çobanla benim oyum bir mi?"  sorusunu hatırlıyorum. Sonra dağlardaki çobanımızı ve buradaki tarım işçisini düşünüyorum.

Sonra hava alanında karşılaştığımız İsviçre'de çalışan Türk  vinç operatörü  genci hatırlıyorum. Orada çalıştığı için nasıl da mutlu.. Nasıl da kendini iyi hissediyor.. Eğitim gördüm, çok iyi para kazanıyorum.. diyordu.. Vinç operatörü olmak kolay değildi, işiyle gurur duyuyordu..

Ülkedeki yaşamın yanında ölenlerin durumunu da görünce  pes!  dememek elde değil..



Yani dağları, taşları, köyleri turizmle dolup taşan, hayvancılık ve tarımını hala yürütebilen, doğal örtüye hiç zarar vermeyen, eğitimli, insanına değer veren, çalışma saatlerini, eğitimini buna göre düzenleyen, böyle bir ülkeyi özlüyor insan..

Hem de her gün haberlerden az gelişmiş  bir ülkenin vatandaşı olduğumuzu 
iliklerimize kadar hissederken..