Bugün Ne Yesek?



Ne yiyeceğimize karar vermek kolay. Yemek çeşidimiz o kadar çok ki.. Sebzeler,  meyveler,  zeytinyağlılar, etler, sakatatlar, tavuklar, salatalar, tatlılar.. yemek kültürümüz çeşit çeşit yemeklerle dolu. Ancak gazetelerden her gün başka başka şeyler okuyor, TV'de uzmanlardan onu yemeyin bunu yemeyin, şunu yerken dikkat edin ya da bunu az yiyin, bunu çok yiyin tavsiyeleri alıyoruz.


Son zamanlarda tüm kadınların ilgi odağında beslenme konusu var. Arkadaşlarla konuşurken serbest gezen tavuk yumurtası, organik tavuk, ev yoğurdu, ev konserveleri, ev ekmeği  peşinde olduklarını görüyorum.   Hangileri evde üretilebilirse hepsini yapacağız yani.  Ne uğruna sağlıklı beslenme. Çünkü yiyeceklerimizin sağlıksız olduğunu düşünüyoruz. Bu gerçeği nerden biliyoruz?  Yine uzmanlar söylüyor, ya da bir yerlerden okuyoruz.


Ben şahsen hiç bir üreticiyi gözlemlemedim ve bu fabrikalarda çalışan kimseden dinlemedim.  Uzmanları dinleyerek hangisine inanacağımızı şaşırıyoruz.  Bilgiler sürekli değişiyor.  Bazı uzmanlar da üreticilerle işbirliği yapıyorlarmış, bunu da bilmiyoruz.


Öyle karışık bir konu ki ; ne bizim sağlığımızı yönetsin diye görev yapan Sağlık Bakanlığı, Gıda Tarım Hayvancılık Bakanlığı gibi kurumların söylemlerine de hiç güvenmiyoruz. Sebze meyvelerimizi başka ülkeler almayıp geri gönderiyorlar.  Demek ki biz her türlüsünü afiyetle yiyiyoruz.  Pazarda dolaşırken hangisi?? hangisi?? diyip düşünüyorum ama nerden anlayabilirim?? kurtlusunu bulun, yamuk yumuk olsun  deniliyor ama salatalıklar cetvel gibi, domatesler hep aynı büyüklükte resim gibi, meyveler öyle..

Geçen gün markette bakliyat paketlerine baktım.. Kuru Fasulye-Kırgızistan, Barbunya-Kanada, Börülce-Peru, Maş Fasulyesi -Arjantin, Yeşil Mercimek-Kanada.. şaşırdım kaldım. Pirinçler falan da raflar yabancı ürünle doluydu. Markaları taradım menşei Türkiye'yi buldum. Ama baldo pirincin bu kadar iri tanelisini görmemiştim. Hayırdır inşallah..


ithal bakliyat ile ilgili görsel sonucu


Bir bütünün küçük parçalarının içinde debelenip kendimizi kurtarmaya çalışıyoruz ama gençlerimizin birçok hastalıkla erken tanışmasına neden olan bu beslenme konusu kimin gündeminde ve niye bu kadar kötü oldu? İşte can alıcı soru bu? Bu zararlıysa niye öyle yapıyoruz? Düzeltilemez mi?

İçimi en karartan konu da bu oldu. Soner Yalçın'ın  "Saklı Seçilmişler" kitabında konu enine boyuna araştırılıp, tüm sorulara cevap verilmişti. Her birimizi ve gelecek kuşakları etkileyen bu yeme-içme meselesi neydi?

Kitabı okuyup bir özet yapmak istedim, çünkü daha çok bilgi almalı ve bilinçli olmalıydık ki neyle karşı karşıya olduğumuzu bilelim. Sorgulayalım, direnelim, değiştirelim.  İşte can alıcı noktalardan özetler :

Bir kere işlenen gıdaların yapısı değişiyor ve içindeki lifler gittiği için sindirim sistemimiz işi çözemiyor, dengesi bozuluyor. Milyonlarca yıldır alıştığından farklı olan bu kimyasal gıdaları tanımıyor.  Nişasta ve şekeri artan bu gıdalar bağışıklık sistemimizi darmadağın ediyor. Sonra gelsin hastalıklar.

Kapitalizm vücudumuzu ve sağlığımızı küresel şirketlerin çıkarları için kullandı. Biz yedikçe hasta olduk kazandılar, hasta olup ilaç aldık yine kazandılar.
Nasıl başladı?
Çiftçiler her yıl mahsulün bir kısmını tohumluk olarak ayırırlardı. Kürsel şirketler "verimli tohum" yaratma  aldatmacasıyla laboratuvarlarda yeni tohumlar ürettiler. Rockefeller bu konuda Dünya devi. Vakıf kurarak önce buğdaydan başlayarak dünyanın en çok tahıl üreten depo ülkelerindeki buğdayı geliştirmek niyetiyle genleriyle oynayarak değiştirdi. Büyük teknolojik yatırımlar ve araştırmaları destekledi ve siyasi alt yapıyı oluşturdu. 

Üretim bu yeni cins buğdayla artacak ve dünyada açlık yok olacaktı. Ancak öyle olmadı. Tohumlar hibrit olduğu için seneye tekrar ekemiyorsunuz. Ne olacak peki? yeni tohum alacaksınız. Ayrıca tohum öyle ektim oldu bitti ile bitmiyor.  Bu yeni teknoloji ürünü tohumların verimi için gübreye, ilaca da para vermek zorundasınız.  Zaten gübreyi ve ilacı da aynı firma üretiyor. İşte böyle girmiş hayatımıza pestisitler.

Bunlar bitkiye ilaç veriyorlar ama yapışıyor ve çıkmıyor.  Tohumun yapısı da öyle düzenleniyor.  Topraktaki haşereden etkilenmemesi ve uzaklaştırması için böceksavar haline geliyor.  Bu tohumu toprağa attığınızda  ilaçlar  tohumla birlikte köklerinden dallara, yapraklara ilerliyor. Öyle yıkayınca da geçmez yani.. Hepimiz bu zehiri yemiş oluyoruz.

Ekmek?
Yapısı değiştirilen buğday nedeniyle ekmekler bozuldu. Ekmeğin içindeki gluten vahşi ve saldırgan oldu. İki dilim buğday ekmeği 2 kaşık toz şekerden daha fazla şekeri yükseltiyor.  Sonra gelsin insülin direnci, şeker hastalığı, diyabet. Ayrıca buğday insanda yedikten sonra haz duygusu yaratıyor ve bağımlı yapıyor.  Üreticiler de daha fazla gluten koyarak ekmeğe bağımlı yapıyorlar.

Bizim Anadolumuzun meşhur buğday çeşitleri, köy ekmeklerimiz yok olmaya yüz tuttu.

Bu değişimler tüm dünyada çok yeni değil. Beni en çok şaşırtan da bu oldu. Biz yıllardır sağlıklı beslendik sanıyorduk?? Meğerse 2. Dünya Savaşı'ndan hemen sonra çalışmalar başlamış.  1948'den itibaren ABD Marshall yardımlarını başlatarak bize tohum göndermeye başlamış ve tüm Anadolu'ya yayılmış.

2001 yılında 49 Milyon dolar olan buğday ithali bugün 2 milyar dolara yaklaşmış.
Çünkü mazottan gübreye yapılan zamlarla üretici zarar ettirilmiş ve ithalat kolaylaşsın diye gümrük vergileri indirilmiş ya da sıfırlanmış.

Un fabrikaları da birer birer kapanıyor. Kapasite %45 gerilemiş.  Bu yüzden Singapur merkezli Interflour şirketi Ankara'da, İngiliz yatırım fonu Mediterra Capital'de İzmir Söke Un'u satın almış..

Dünya tohum pazarı 50 milyar dolara dayanmış. Pirinç, buğday, mısır, pamuk, soya fasulyesi, hatta bazı sebze ve meyveler yıllar içinde bu firmaların kontrolüne girmiş.

BASF Almanya, Bayer Almanya,  ABD'li DuPont, ABD'li  Monsanto, İsviçreli Syngenta..
Hem tohumları hem de kimyasal ilaçları/zehirleri üretip satanlar bunlar.  Tüm bu şirketlerde hissesi olan bir dev var :  Rockefeller..

Birbirleriyle rekabet edecek yerde birleşmeye başlamışlar.  Kazançları nedir?
Tohumları satacaklar, gübre-ilaç satacaklar, tohum ekene petrol satacaklar, parası olmayana kredi verecekler, hastalanan insanlara ilaç satacaklar.

Pirinci de içindeki A vitaminini arttırma bahanesiyle hibrit yaptmışlar. Pirincin anavatanı Hindistana bile pirinç tohumu ithalatı yaptırarak bedelini Rockefeller ve Ford vakıfları karşılamış.

Yine doğal yapısı bozulan pirinç, yine şeker..

ABD bastırdı hükümetler yaptı. Pirincin ithalatına koyulan kota kaldırıldıktan sonra  ABD Büyükelçisi " Türkiye-ABD tarım ticaret hacmi  2 milyar dolardır, biz bunu kısa zamanda 10 milyar dolara çıkarmak istiyoruz demiş.

Nasıl mücadele ettiğimizle ilgili  örnekler de var ;

Ya GDO?  Mersin limanına bir şirkete ait ithal pirinç gelmiş. GDO analizi yapılınca pirinçte  GDO tesbit edilmiş. Sonra? sonra ne olacak dağıtımı yapılmış.
Bir keresinde de Mersin İl Tarım Müdürlüğünde içinde tarım ilacı tesbit edilmiş, şirket analiz için Gıda Tarım Hayvancılık Bakanlığına  başvurmuş ve "temiz" raporu almış.

Mersin'deki yetkililer bu sefer usulüne uygun numune alması için Tübitak'ı devreye sokmuşlar..  GDO'lu pirinç ve çeltiklere el konulmuş.  Bakan Mehdi Eker "taşınırken bulaşmıştır" demiş. GDO bulaşan birşey değildir ki?

Yine Mersin limanında tonlarca çeltik ve pirinç GDO'lu çıkmış. Savcı bu şirket hakkında 6 sayfa iddianame hazırlamış, hapis cezası istenmiş, yetkilileri tutuklamış. Ayrıca Bakan gibi  "bulaşmıştır" diyen Bakanlık  Genel Müdürü, Yardımcısı, Laboratuvardaki Uzmanlar hakkında yanıltıcı rapor düzenlemekten dava açılmış.

Mahkeme FETÖ'nün komplo kurduğuna kanaat getirmiş ve sanıkların hepsi beraat etmiş.

Yine başka bir şirkete ait pirinçler Mersin'de alıkonulmuş. GDO'lu çıkmış. Sahibi hapse girmiş. 5 gün sonra hepsi salıverilmiş..

Burası çok acıklı bu firmaların hepsi  Savunma Bakanlığı pirinç ihalelerine girmiş ve kazanmışlar.  Mehmetçiklere bu pirinçleri yedirmişler.  Daha sonra yapılan araştırmada bu  pirinçlerin %50 ucuz fiyatlı olduğu ortaya çıkmış.

Cargill
Tam da bugünlerdeTürkiye Şeker Fabrikalarının satışı gündeme düştü. Nişasta bazlı şeker.  Cargill  Türkiye'de fabrika kurmak istedi. Suya çok ihtiyacı olduğu için Bursa'dan 213 dönüm tarım arazisi almış.  Bu araziyi alabilmek için Başkan Bush Erdoğan görüşmeleri yapılmış.  Görüşmenin ardından tarım arazilerinde izin almadan amaç dışı kullanım varsa metrekareye 5 lira ceza ödeyerek affedilmelerine dair yasa TMBB'den geçmiş.

Daha sonra da Cargill'in arazisi  Bakanlar Kurulu Kararıyla Özel Endüstri Bölgesi ilan edilmiş.. Bu kararla Cargill 5 lira cezayı da ödemekten kurtulmuş. Danıştay  yürütmeyi durdurmuş, Cargill tesisileri kapatılmış.  Hemen toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu değiştirilmiş ve TBMM'de kabul edilmiş. Cargill 47 gün sonra faaliyetine tekrar başlamış. Hıza bakar mısınız?  Birtakım kanunlar çıkar ilgimiz olmadığından takip etmeyiz.  Her birinin yabancı bir şirket için çıkarıldığından emin olabilirsiniz.

2001 de Şeker Kanunu çıkmış.. IMF'ye verilen sözler tutulmuş. Şeker Fabrikalarının özelleştirilmesi istendi. Tarımsal Gıdaların satıldığı GİMA, şeker üreticisine çalışan Şekerbank,  Şeker Sigorta satılmış. Pancar Motor, Fruko-Tamek, Tamek Gıda, Konya Şeker Fabrikası satılmış. 90'lardan itibaren her hükümet döneminde bu satışlar devam etmiş.

Biz şekeri  şekerkamışı üretmediğimiz için pancardan elde ediyormuşuz. Önce bize üretimi azaltın demişler, sonra fabrikaları özelleştirin demişler, fiyatı serbest piyasa belirlesin demişler. sonra da şeker pancarı maliyetli siz nişasta bazlı şekerle ihtiyacınızı giderin demişler.

Şekerpancarı eken çiftçi sayısı  450 binden 120 bine düşmüş.  Bu sefer ihtiyacımıza yetmedi diyerek ithalata başlamışız.. Ve en sonunda da 2016 da gümrük vergisini -0- a indirmişiz. Böylece daha çok ithalata kapı açmışız.

Bizi böylece nişasta bazlı şekere mahkum etmişler.  Bu şeker ısıya, aside, soğutmaya, dondurmaya dayanıklı hale getirilmiş. Genellikle mısırdan üretiliyormuş. Mısır nişastasından elde edilen mısır şurubu (aklınıza şerbet gelmesin..kimyasal)  1975 te dünyaya yayılmış. Önce meşrubatların içine girmiş sonra hamburgerlere, yoğurtlara, sosislere.. içine girmediği endüstriyel ürün kalmamış.

Bunu içeren ürünleri ne kadar yerseniz yiyin doymazsınız. "Ne yesem doymuyorum" diye kendinize kızmayın diyorlar. Siz en iyisi ne kadar yediğinizden çok ne yediğinize odaklanın..

Şişmanlık, göbeklenme, karaciğer yağlanması, pankreas, kalp.ve bilinen tüm hastalıklar. Üstelik bu tehlike 1982 yılından beri biliniyormuş. Önlem??

Nişasta bazlı şekerin icadıyla şeker inanılmaz derecede ucuzlamış.  Şirketlerin maliyetlerine önemli katkıda bulunmuş.  Coca-Cola milyon dolarlık kazanç elde etmiş.
3 kilo yapay şeker 750 kilo şekere eşdeğermiş. 

Avrupa'da kişi başı nişasta bazlı şeker tüketimi  1-1,5 kilo civarındayken Türkiye'de 6 kilo civarındaymış.  Hasta eden "mısır şurubu"  Fransa, Hollanda, Avusturya, İrlanda, İsveç, Yunanistan, Portekiz, Slovenya, Danimarka ve İngiltere'de YASAK.

Hükümet nişasta bazlı şeker üretimi kotasını  geçen yıl 312 binden  500 tona çıkarmış.. Türkiye şeker cehennemine dönüştürülmüş.  Kimyasal tatlandırıcılar o kadar fazlalaşmış ki ;  hammaddesi olan mısır üretimi patlamış.. Yetmemiş mısır yurt dışından getirilmiş. İthalatçı yine Cargill...  Böylece hibrit mısır'ın yıldızı parlamış. Yani her sene yeni tohum satın alacaksınız. Seneye tohumları bir daha ekemiyorsunuz.

Bir de şirketlere kota koyuluyor ve üretmeyin deniliyormuş.  ABD'li Cargill, Amylum (İngiliz+ABD), PNS Pendik (Cargill+Ülker ortaklığı) Tat Nişasta' nın kotası var ve üretim yapabiliyorlarmış.  Bu 4 şirketin dışında bir şirketin üretim yapıp piyasaya satması yasakmış.

Türkiye Şeker Piyasasını düzenleyen "Şeker Kurulu" kimlerden oluşuyor? üyelerden biri Cargill Başkan Vekili.  Bu yüzden kotaları istedikleri gibi düzenliyorlarmış. Söz sahibi onlar.

Gaziantep'teki Şölen Çukulata  yanı başındaki  Beşan Nişasta'dan mal alamayıp kotası olan Cargill'den almak zorunda kalıyormuş.  Cola-Turka 'yı hatırlarsınız. Coca Cola ve Pepsi ayrı ayrı şikayetçi olup kota dışı nişasta bazlı şeker kullandığını iddia ettmişlerdi.  Şeker Kurulu 33 milyon TL. ceza kesti.  Sonuçta Ülker Kola-Turca' yı Japon devine satarak kurtuldu.  Aynı Japon firmasına hangi firmalarımız satıldı acaba ?  Çamlıca, Saka Su, Bahar Su, Flores, Eskipazar, Sunny, Maltana..

Cargill hedef belirlemiş. Türkiye Yönetim Kurulu Başkanı yılda  "1 Milyar dolarlık ciro bekliyoruz" demiş.  Hayvan yemlerine katılan premix denilen ve verimi arttıran bu yemleri de Cargill üretiyormuş. Bu yemleri yedirmezseniz verim alamazsınız söylemleri varmış. ??

İktidarlar, politikacılar gelip geçiyor ama tarım politikaları hiç değişmiyor. IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü, AB ne istiyorsa yapılıyor.

Mısır
İlk önce onun genetiği değiştirilmiş. Böceklere karşı dayanıklı mekanizma anlaşılıp genler bir toprak bakterisi aracılığıyla mısır hücresine aktarılmış.  Ve mısırlar böceklere dayanıklı hale getirilmiş.  Yani böceği yok eden gen bize yedirilmeye başlanmış.

GDO'lu ürün yönetmeliği çıkmadan 6 ay önce Milletvekilleri heyet oluşturup ABD'nin davetlisi olarak gitmişler ve onları Tarım Bakanı karşılamış. Tarım Komisyonu çalışmalarına katılmışlar. Tüm masraflarını ABD karşılamış, Monsantoyu (tüm keşifleri yapan şirket) gezmişler. 6 ay sonra  "GDO'lu Ürün Yönetmeliği" yürürlüğe girmiş.

Siyasilerin ipleri küresel şirketlerin elinde.

Cesur bilim insanları da var.  Biri İskoçya'da GDO'lu gıdalara güvenirken yaptığı araştırmalar sonucunda şoke olmuş. Önce "ben yemem" demiş, sonra "halkı kobay olarak kullanıyorsunuz" demiş. GDO'lu patatesle beslenen test hayvanlarının iç organlarının bazıları küçülmüş, bazıları büyümüş... Bağışık sistemleri bozulmuş... Tüm bunlar 10 günde ortaya çıkmış.. İnsanda ise 10 yıla tekabül ediyormuş.  Araştırmacı Pusztai bulguları BBC'de açıklamış enstitü işine son vermiş.

Mısır üretiminde kullanılan bir kimyasal kurbağalarda %70 oranında kısırlık yapıyormuş.. İsveç Uppsala Üniversitesi de östrojeni arttırdığı ve kurbağaların cinsiyet değiştirdiğini saptamış. AB ülkeleri 2003 de yasaklamışlar, Türkiye 2011 de yasaklamış.  Bize de bir aralar mısır yağı çok faydalı ayçiçek zararlı deyip duruyorlardı.

Bu arada domates, yonca, kanola, pamuk, keten, mercimek, mısır, kavun, erik, patates, pirinç, soya, şekerpancarı, ayçiçeği, tütün ve buğday başta olmak üzere pek çok tarım ürünü genetiği değiştirilmiş olarak piyasaya girmeye başlamış. Konu 1998 yılında gündeme gelmiş..  6 Yıl sonra Türkiye yasak getirmiş.. Bu sürede kaç milyon ton GDO'lu yiyecek-içecek-tohum-yem geldi bilinmiyor??

2003 Yılında Arjantin'den soya getiren gemi Greenpeace tarafından durdurulmuş ve soyaların GDO'lu olduğu ortaya çıkmış. Durdurulmasaydı Mersin limanına boşaltılacaktı.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı genetiği değiştirilmiş maya ve bakterinin de ithalatına 2010 da onay vermiş.

Adana'daki fırınların %80'ine ürün gönderen firmanın ekmek katkı maddesinde GDO çıkmış. Fırıncılara soruşturma açılmış.. sanki GDO'yu fırıncılar ürettiler??

Bu arada bir bilgi ; ortalık bu kadar zararlı yiyecekler ve tohumlarla doluyken sarayımızın bahçesinde özel çiftlik kurulmuş. Meyveler, sebzeler, tavuklar.. ne ararsanız varmış.  Cumhurbaşkanımız ve kalabalık ailesi bu alanda üretilen ürünlerden besleniyorlarmış.  Biz Mersin limanına ne yanaşırsa..

Kitapta diyor ki ;  "Atatürk millet iyi beslensin diye yurdun dört bir yanında Orman Çiftlikleri kurdurdu,   Sayın Cumhurbaşkanımız  bu çiftlikleri kapatıp kendi beslensin diye sarayın bahçesine çiftlik kurdurdu."

Dünya bir yerlere doğru hızla evriliyor.  Kapitalist sistem hepimizi yuttu yutuyor..
Uyanık olmak, bilinçli olmak falan da yetmiyor. Neye elini atsan karşına büyük bir dev çıkıyor. Türkiye'nin en elit, en zeki, en akıllı, en entellektüel, en başarılı öğrencileri de bu yabancı şirketlerde çalışıyor. Sanırım biz bunu hayal etmemiştik.

Yazı burada bitmiyor. Özet devam edecek. Uzun olmasın da içiniz şişmesin, sıkılmayın diye böldüm.  Maalesef bu yüzden öyle bayramda seyranda karşımıza çıkan iki güzel cümleyle "kimseye boyun eğmeyiz biz şöyleyiz, böyleyiz hamasetine aldanmayın. O mesajları da siz mutlu olun diye sosyal medyada paylaşım çılgınlığına açıyorlar. Haydi paylaşalım çoğalalım, kendimizi iyi  ve güçlü hissedelim.." 

Bu yüzden favorim bu seneki Oscar'da  "Shape of the Water"  oldu. Zaten "En iyi Film" ödülünü aldı.  Beni en çok ne etkiledi ?  Kapitalist düzen ve siyaset o kadar kendine çalışıyor ki ;  insanlığın geleceği hiçe sayılıyor. Düşünün nehirden bir yaratık çıkmış, bazı duyguları, anlayışı, dokunarak tedavi edişi gibi üstün yetenekleri var.  Bilim insanları inceleyerek insanlık için önemli bilgiler elde edeceklerini düşünseler de,  dünya devi olma yolunda politik güç savaşları O'nu öldürmekten yana oluyor.

Biri şöyle diyor "belki bu bulduğumuz Tanrının kendisiydi" ..  ve kimsenin umurunda olmuyor. Bu beni çok düşündürdü. Tanrı bir şekilde yeryüzünde bir cisme bürünse ve mucizelerini, gücünü gösterse bile kapitalist düzen kendi çıkarlarından başka hiç bir şey düşünmeyecektir. Acı..




Devamı için tıklayın..
Yeni Tasarım Hayvanlar.. Tavuk, Sığır, Balık