Ana içeriğe atla

Bodrum'a Gelişimizin Perde Arkası..



Dünyanın birçok yerinde insanlar emekli olunca farklı bölgelere göç ediyorlar.  Bu bölgelerin ne özelliği var diye bakınca iklim özellikleri ön plana çıkıyor. Daha ılıman iklimler tercih ediliyor. Ülkemizde Antalya'ya, Bodrum'a, Fethiye'ye, Kaş'a  yerleşen İngilizler, Almanlar buna en iyi örnek. Buralarda gelip ev almış, dayayıp döşemişler, burada yaşıyorlar Hem sıcak hem onlara göre ucuz.

Biz de emekli olmadan bir değişiklik yapamamış, İstanbul'dan kaçamamıştık. Ancak kaça kaça İstanbul'un en dış ucu Silivri'de 12 yıl geçirmiş,  son 3 yılda da  Beylikdüzü'nde karar kılmıştık. Üç yıl önce emekli olunca kendimizi hayallerimize bıraktık ve uzun seyahatler yapmanın keyfini çıkardık. Ancak ne kadar gezersek gezelim yine kürkçü dükkanına döndük.

İstanbul  bu yıl bizim başka bir yere gitmemizi istedi.  Son yıllarda bunu açıkça hissettirdi zaten. Bizi öyle bir kıstırdı, öyle kilitledi ki hareket edemez olduk. Sadece bizi kilitlemedi arabamızı da otoparka kilitledi. Güzelim boğazı, kentin içine saklanmış parkları, sosyal etkinlikleri kısıtladı.  Bizi öyle pişman etti ki  sonunda  "ortalıkta  dolaşmayın"  dedi..

İstinye'de oturup çay içecek bir yer bulamayınca ve denizin önüne yapılan beton mendireği görünce   "yok artık"  dedirtti ve  O'nun hızına ayak uyduramayacağımızı ve uyum sağlayamayacağımızı anladık. Güya artık saatlerle kısıtlı değildik ama hala saatler çok önemliydi. Bir yere saatinde gidebilmek için sürekli hesaplar yapıyor, kısacık yollar için 1-2 saatimizi harcıyorduk.

Arabamız otoparkta kilitli biz metrobüslere mahkumduk.  Nasıl binilir, nasıl inilir, insanlar nasıl ittirilir, yer nasıl kapılır? konularında insanlarla tartışıyorduk.  İlk durakta oluşturulan yolcu sırasını delip öne geçmeye çalışan modern  bir bayan benden uyarı alınca  "ne zamandan beri Avrupalı toplum olduk"  diye sormuş,   "sizinle başlayacağız inşallah " demiştim :))

Gittiğimiz yerlerden trafik durumuna göre çıkmaya başlamıştık. Seyahatlerimiz gecelere sarkmaya başlamıştı. Şöyle istediğimiz saatte çıkıp gidemiyorduk. İstanbul bize artık  "sizin İstanbul'da işiniz yok,  bu şehri bana katlanan çalışanlara bırakın, fazla kalabalık etmeyin"  der gibiydi.
Zaten uzun zamandır İstanbul'un güzelliklerinden uzakta kalmıştık ya da güzellikler gölgede kalmıştı.




Bu yılın başında yine uzun bir seyahatten sonra hiç vakit geçirmeden tası tarağı toplayıp annemin yanına Avşa'ya gittik.


Avşa yaz aylarında çok kalabalık ve karışık. Ancak biz kimseler yokken gidip tadını çıkardık.  Yaz aylarında da daha tenha koylarına gittik.  Haziran ayından Eylül sonuna kadar Avşa'da kaldık.  Bu süre içinde İstanbul'u hiç özlemedik. Ne oradaki evimiz, eşyalarımız, ne oradaki hayat bizi çekmedi.

Üstelik Temmuz ayının ortasında  yaşanan büyük şok ve İstanbul'un tam ortasında Avrupa ile Asya'yı bağlayan medeniyet köprüsünde meydana gelen olaylar da cabası oldu. İstanbul özlenen bir yer olmaktan çıktı. Gazetelerden, TV'lerden izlediğimiz olaylar ve görüntüler de bizi  "biz nerede yaşıyoruz" diye düşündürdü.

Nereye gidecektik?  Artık kış aylarını da İstanbul'da geçirme isteğimiz yoktu. Başka ılıman iklimlerde yeşerebilir miydik acaba? Tekrar güneşe başımızı döndürebilir miydik?

Ağustos ayının ortasında ani bir kararla Avşa'dan Bodrum'a yola çıktık.  Hatta otelimizi bile yolda giderken ayarladık. Bu 4 günlük Bodrum seyahati sırasında bir amacımız vardı.  Mart ayında   Bodrum'da kaldığımız oteldeki çalışanlarla konuşmuş bize  Kızılağaç'ta  kiralık bir köy evi bulmalarını istemiştik.  Telefonlarımızı vermiş ve heyecanla beklemiştik. Niyetimiz Ekim-Kasım aylarında iki ay Bodrum'da kalmaktı.  Bu en uzun kalışımız olacaktı  ve deneyecektik.



Köy eviyle ilgili haberler ve resimler gelmeye başlamıştı. Resimlerinden de çok beğendiğimiz bu evi görmek için heyecanlıydık.

Eğer uygun bulursak Ağustos'ta  Ekim-Kasım aylarımızı garantilemiş olacaktık.  Köye en yakın konaklama Torba'daydı ve orada bir otele yerleştik.

Bu fotoğrafta oraya varışımızın ilk günü, akşamüstü..
El ele olmamızın nedeni sanırım geleceğe ilişkin bir karar aşamasında el sıkışıyor olmamız  :))

Hemen ertesi gün köy evini görmek üzere randevulaştık. Kızılağaç yeşillikler içinde denize yakın, imara uzun zaman açılmamış, köy ve köylüsüyle yaşayan, bakkalı, marketi, çayhanesi, fırını, tozlu topraklı yolları ile bize farklı görünüyor ve burada yaşamayı istiyorduk.


Hayallerimizde tavuklar, köy sohbetleri, tahta masalarda oturulan çay bahçesi, sıcakkanlı insanlar, araba bagajlarında mandalinalar vardı. Hayallerimizi sırtlanıp yollara düştük.

Acaba hayal ettiklerimiz bizi mutlu edecek mi? bunu hiç bir zaman bilemeyiz. Bu kadar somut hale getirmeseydik daha yıllarca bu hayali kurabilirdik. Köy evi tırman tırman bir toprak yolun üstündeydi. Ev sahibi bir otel çalışanı olduğu için ev turistik hazırlanmıştı. Zaten günlük kiraya veriyordu. Resimleri ile evin gerçek görüntüsü arasında açık ara fark vardı.  Ev bakımsız, eşyalar yetersiz ve bakımsız, odalar uyumaya elverişli değildi. Banyonun kapısını bile açıp bakmaya sıra gelmeden kararımızı vermiştik. Köy evi bize göre değildi.

Bir evin sadece yeşillikler içinde olmasını hayal etmek oranın yaşanılır olduğunu göstermiyordu. Yıllarca belli standartları yakalamış, kullanmış ve hayatımızı belli bir çıtaya taşımıştık.  Hayatı basitleştirebilir, eşyaları azaltabilir, küçültebilirdik ancak arkası orman karanlık bir sokakta bir köy evinin yalnızlığını yaşayamayacağımızı anladık. Hep geceyi hayal ettik.. cılız ışıklar ve derin bir karanlık geldi gözümüzün önüne. orada durduk..

Umutlarımız bitmiş değildi.  Bodrum yarımadası yazın trafikten ve insan kalabalığından dolayı İstanbul'a benziyordu.  Hatta bazı bölgelerinde yerleşim yoğun olarak artmış ve şehir gibi olmuştu. Yarımada içine girmeden ne alternatif olabilir diye düşündük bir çok kez gezip dolaştığımız ve incelediğimiz  yarımada dışındaki bölgeleri de çeşitli nedenlerle eledik.

Yerleşmek için bir çok soruya cevap vermeniz gerekiyor.  Siz olsanız yaşamak için nasıl bir ev ararsınız?  Mesela ;  denize yakın mı olsun? yani ne kadar yakın? denize yürüyerek mi gideceksiniz arabanızla mı?  Evinizden çıkınca yürüyüş yapmak için yolunuz yokuş mu olsun? düzayak mı? market yakın mı olsun? arabayla mı gidersiniz?  evinize yakın bir yerlerde oturup bir çay içeceğiniz bir yer olsun mu? yoksa arabayla mı gidersiniz? eviniz düzlükte olsun, manzara önemli değil mi? yoksa yokuşa tırmanın ama şahane manzara mı olsun?  evinize yakın bir yerlerden minibüs, otobüs geçsin mi? yoksa  gerek yok mu?  evinizin bahçesi olsun mu? olmasın mı? sitede yüzme havuzu olsun mu? olmasın mı? Bodrum merkeze yakın mı olsun? farketmez mi?  Bizim okulda çocuğumuz olmadığı için okul sorularını da es geçiyorum :)) site içinde mi olsun? tek başına mı?

Nasıl ama??   daha da bitmez.. Bodrum'un neresi olsun?  Merkez?  Gümbet?  Konacık, Bitez? Ortakent? Yahşi? Akyarlar? Turgut Reis, Gümüşlük, Yalıkavak, Gündoğan, Türkbükü, Torba, Güvercinlik, Yalıçiftlik?  Kızılağaç? Mumcular?

Bütün bu sorulara cevap verebilmenk için hepsini uzun uzun incelemiş olmanız gerekiyor.  Çünkü buralarda her şey yazın başka, kışın başka..

Köy evi olmadıysa başka seçenek yok mu?  Başka seçenek yaratmak için 3 günümüz kalmıştı. Torba'da denize giriyor, güneşleniyor akşam dönerken de emlakçılara uğruyorduk. Evler genelde yazlık ve sezonluk verildiği için kışın kalmak isteyenlere hazırlıklı değillerdi.

Artık dönmeye hazırlanıyorduk. Son gün bir emlakçıyla konuştuk ve "kışın kalmak için ev aradığımızı"  söyledik. "Valla böyle bir kiralama yok ama bir arkadaş vardı ona bir sorayım. Yazın sezonluk kiralıyor. Belki kışın size verir" dedi. Ertesi gün evi penceresinden bakarak gördük (evde konaklayanlar vardı).  Niyetimiz Ekim-Kasım aylarında kalmaktı ama evi Hazıran'a kadar kiralayarak ertesi gün Avşa'ya döndük.

Eşyalarıyla birlikte kiraladığımız 1 oda 1 salon mini evimizde iki ayı devirdik. Yukarıda saydığım tüm sorulara cevap bulabilmek, biraz da kendimizi sınamak için buradayız. En azından Bodrum'u sevdiğimizi çok iyi anladık. Neyi istediğimizi de daha iyi biliyoruz. Bundan sonraki adım aradığını bulmakta..

O da her zaman mümkün olmuyor. Olursa şahane, olmazsa da bir bahane buluruz elbet :))
Şimdilik keyfini çıkarmaya bakıyoruz..












Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BALİ'de Ne Var?

Endonezya'nın i rili ufaklı o kadar çok adası var ki kesin bir sayıya ulaşılamamış.   Sayının yaklaşık 17 bin olduğu düşünülüyor. Saymak, isim vermek, koordinatlarını çıkarmak çok çok zor olduğundan şimdiye kadar sayılamamış. Çevreciler, iklim değişikliği nedeniyle deniz seviyesinin artması sonucunda ülkenin binlerce adasını kaybedeceğini söylerken, a daları sayan ekipten bir yetkili  ise adaların listesini tutmanın sonu gelmeyen bir iş olacağını, depremler ve volkanik patlamalar nedeniyle sürekli yeni adaların oluştuğunu belirtiyormuş. İşte böylesine devasa bir coğrafya..  TERÖR Bali de bu adalardan biri. Endonezya Müslüman çoğunluklu iken Bali Hinduların çoğunlukta olduğu bir ada. Bu yüzden de turizmi en gelişmiş ada hüviyetinde.  Bali'ye neredeyse bütün gelir turizmden akıyor. Bu yüzden de pek eski sayılmaz 2002-2005 arasında çeşitli terör saldırılarına maruz kalmış. İki gece kulübü ve ABD temsilciliği bombalanmış. Saldırıları İslam Cemaati ve El-Kaide üstlenmiş. ...

PHUKET ! Sen Bize Ne Yaşattın Öyle?

Phuket 2014 yılında yaptığımız Dünya Seyahatine imzasını atmıştı. Patong sahilinde yaşadığımız keşmekeş ve memnuniyetsizlik üzerine "Acaba gitmesek mi?" dediğimiz Naka Island ile bizi şaşırtmış ve sıra dışı bir turizm anlayışı ile sonunda "İyi ki geldik, biz ne yaşadık böyle" dedirtmişti. Bu ikici gidişimiz pek de heyecan verici değildi. Yine de doğal güzellikler vaat eden adalarını görecek olmamız değişik geldi. Otelimizden sabah erkenden çıkıp yarım saatlik bir yolculuktan sonra Phuket'in güzel marinasına ulaştık.   Marinanın adı Royal Phuket Marina. Marinaya bir tabela asmışlar "Bu marina Asya'nın ilk ve tek karbonsuz marinasıdır" diyor. Bu da bana çok enteresan geldi. Arkamızda öyle yazıyor :) Elektrik kablolarının binlercesinin direklerde sallandığı, çevresel düzenlemelerin en alt seviyelerde olduğu bu coğrafyada ilginç bir yaklaşımdı. Sonra bunun ne anlama geldiğini merak ettim. Deni...

Corona Virüs'ün Cruise Seyahati

Tarihte gemi ile yaşanan facialar çoktur.  Titanik :  1912 Yılında daha ilk seferinde buz dağına çarparak, çarpma anından itibaren 2 saat 40 dakikada 1514 kişi ile sulara gömülmüştü. Sonra ortaya çıktı ki ; gemide kurtarma için yeterli filika yoktu. Oysa gemi en ileri teknolojilerle üretilmişti ve batmaz gemi olarak anılıyordu, battı. Struma : 1941'de İkinci Dünya Savaşı sırasında 790 Romanya Yahudisi katliamdan canlarını kurtarmak için kiraladıkları bir kömür gemisiyle Filistin'e gitmek üzere yola çıktılar. Geminin motoru arıza yapınca Sarayburnu açıklarına demirledi.  9 Hafta boyunca yolcusunu indirmesine izin verilmediği için öylece kaldı. Karadan motorlarla gemiye yiyecek ve giyecek yardımları yapıldı. Motoru tamir edilemeyince Karadeniz'e çektirildi ve burada Sovyet denizaltısı tarafından patlatılarak batırıldı. Bu gemiler  acizlikler, ihmaller ve kasıtlarla anıldı. Şu günlerde dünyayı ayaklandıran Corona virüs salgınının bir parçası olan Diamond Princess...