Avon'da Bölge Satış Şefi olarak çalışıyordum. İşlerim çok yoğundu. Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi İstanbul'un Avrupa yakasındaki tüm ilçeler ve Çatalca, Silivri, Tekirdağ, Çorlu, Kırklareli'nin de dahil olduğu geniş bir alanda çalışıyor, büyük bir satış ekibini ve hedefini yönetiyordum.
Depremin ardından ailecek düzenimizi oturtmuş ve annemlerin yıkılan evlerine karşılık bizim yanımıza Mimaroba'ya yerleşmelerini sağlamıştık ama bu sefer de babamı kaybetmiştik.
Babamın vefatı beni çok etkilemişti.. Neredeyse enerjimi tüketmiştim.
Bu arada hızla kilo vermeye başlamıştım. Sindirim sistemim iyi çalışmıyor, hastalık ve ölüm korkusu üzerime yapışıyor, geceleri babam aklıma gelince burnumun direği sızlıyordu. Uğraştığımız şeylerin ne kadar boş olduğunu ve anlamsız olduğunu düşünüyordum, tutunamıyordum..
Sağlığımı düzene sokamayınca doktoruma gittim, "sağlıklısın, tüm yaşadıkların psikolojik" dedi.. Sindirimi düzene sokacak bir ilaç verdi ve bana iyi geldi..
İşimi yapmaya devam ediyordum ama öylesine.. Bir hedefin peşinden gidecek gücüm yoktu, hele hele ekipleri kilitleyecek ve onlara heyecan verecek durumda hiç değildim. Ancak bir yandan da önümdeki yılları düşünmüyor değildim..
Peki ne olacaktı. Bu hayatı anlamsız da olsa sürdürmek, sarılmak, boş olduğunu bile bile devam etmek zorundaydım. Yoksa sürekli ağlayan, sızlayan, yaşam enerjisini kaybetmiş, kendisine verilen yılları boşa harcamış biri olarak kalacaktım. Böyle olmuyordu gerçekte.. Gidenle gitmeyecek, hiç ölmeyecekmişiz gibi yaşayacaktık, dünyanın düzeni böyle kurulmuştu..
Hayata ister istemez sarılmak zorunda olduğumu ve bunun iyi bir seçenek olacağını ve eninde sonunda da böyle olacağını biliyordum. Ancak ruh halim acımı yaşamayı seçiyordu.
Ben bu ruh halindeyken, babamı kaybettikten birkaç ay sonra telefonum çaldı. Arayan yöneticim Satış Müdürüm Gülay Başaran'dı. Telefonda bana gelecekle ilgili kariyer hedeflerimin olup olmadığını sordu. Bu tip konular daha sonraki yıllarda birebir görüşmelerde defalarca ve yıllarca yapılırdı ama o zamanlar bizim için yeniydi, ilk yıllarımızdı ve Avon değişim dönemi yaşıyordu.
Telefonda ne diyeceğimi şaşırdım. Bezgin bir sesle "Gülay Hn. babamın vefatından sonra hedef belirleyemiyorum, her şey bana boş geliyor, bir yerlere varmak isteğim yok" dedim. "İstersen biraz düşün, şimdi acıların çok taze, hemen bir cevap verme" dedi.
Bunun üzerine geleceğe ilişkin yaşamımı, hayallerimi düşündüm. Hiç biri canlı değildiler, üzerlerine bir sis perdesi inmişti. Bunun böyle gitmeyeceğini biliyordum. Yaşamın kurallarına aykırıydı, zaman acıları hafifletiyor, küllendiriyordu. Yoksa insan yaşayamazdı. Kendimi zamana teslim etmiştim ama geleceğe ilişkin şimdilik bir mantıklı karar vermem gerekiyordu.
Birkaç gün sonra yöneticime telefon açıp "ilerlemek istediğimi" söyledim. Zaten kapı ağzında beni bekleyen bir fırsat yoktu. Bu fırsat oluşunca ben de hazır olurum ümidindeydim.
Kurulduktan 10 yıl sonra gelinen durumda artık Avon'un da ismi tanınmış ve büyük bir temsilci sayısına ulaşılmıştı.
Avon'un Türkiye'de tanınması ve güven kazanması için Eczacıbaşı şahane bir ortaktı.. Avon 10 yıl içinde amacına ulaşmıştı. Böylece 2003 yılında Eczacıbaşı şirketteki kendi hisselerini Avon'a satarak ortaklıktan çıktı ve yönetim tamamen Amerikan Şirketi olan Avon'a geçti.
Bu bizim için çok büyük bir değişimdi. Şimdiye kadar yönetimde Eczacıbaşı ağırlığını ve kurumsal kültürünü yaşamıştık. Şimdiden sonra ise bir Amerikan Şirketi olacaktık.
Değişimin en zor yanı belirsizliktir. Biz işimizi yapmaya devam ediyorduk ama bir çok sorumuz havada kalıyor, cevapları kimse bulamıyordu. Acaba Genel Müdür ve yönetim değişecek miydi? Yeni hedefler ve stratejiler farklı mı olacaktı? saha yapısı değişecek miydi? yeni yönetim bizim Eczacıbaşı'ndan alışık olduğumuz değerlerle mi yönetilecekti? ücretlerde bir farklılık olacak mıydı?
Yabancı bir Genel Müdür sahayla nasıl entegre olacaktı?
Birlikte çalıştığımız Eczacıbaşı-Avon'daki Genel Müdür'ümüz Erol Dönmez'i çok seviyorduk ve birlikte çalışmaktan çok memnunduk. Kendisi çok genç olmakla birlikte kapısı herkese açık olan ve hatta odası girişte olduğu için gördüğü herkesi odasına çağıran ve ayaküstü sohbet eden bir yöneticiydi, insana çok değer verirdi.

Mütevaziliği, çalışanlara arkadaşça yaklaşımı, ofiste çalan telefonları açıp not alışı, esprileri nedeniyle bizden biriydi.
Bir çok çalışmada ve grupta kendisiyle birlikte bulunmuş ve O'nun fikirlerinden ve bakış açısından çok etkilenmişimdir.
Depremde yanımızda olmuş, ilk günden bölgemize gelip temsilcilerimizle görüşmüş, bizimle birlikte dolaşmıştı. Personele karşılıksız yardım, depremzedelere yiyecek yardımı gibi konularda öncü olmuş, depo personeli ile kamyona atlayıp Gölcük'e gitmiş, yardım götürmüştü.
Satış ekibinin toplantılarında bir çok espriler yapar, durumlarla dalga geçer, yarışmalara katılır, rahatlığı ve dalga geçmesiyle zorla katıldığı takıma kaybettirirdi :))
Ailecek katıldığımız pikniklerde maç varsa TV getirtir, tüm çalışanlar maçı birlikte izlerlerdi. Voleybol maçlarına katılır, takımlar kurar, hırslı ve kavgacı oynardı. İzleyenler O'nun Genel Müdür olduğunu anlayamazdı..
Bizi her gördüğünde kişisel olarak yaklaşır ya saçımızı beğenir, ya kilomuza yorum yapar, ya da derdimizle ilgilenirdi. Babamın vefatından sonra aramış "kusura bakma bana haber vermediler yoksa cenazeye gelmek isterdim" demiş, başka bir gün doğum yapan arkadaşımız için hastaneye elinde bir kuru pasta kutusuyla gelmiş, bebeği odasında görmeden dönmemişti.. Bunlar bizi çok şaşırtıyordu. O'nu çok seviyor ve Genel Müdür olarak kalmasını istiyorduk.
O sıralarda satış ekibinin toplantılarına Ron isimli bir İngiliz katılıyordu ama bizim için bu çok normaldi. Bir çok çalışmada yabancı misafirlerimiz bize eşlik eder, gözlem yaparlardı.
Şirketlerin ayrılıp satış ve devirin tamamlanmasından sonra Eczacıbaşı Yönetim Kurulu Üyeleri Avon'a gelmiş ve tüm şirket çalışanlarına veda için bir toplantı hazırlanmıştı. Tüm şirket toplantı odasına doluştuk. Odaya birkaç masa yanyana yerleştirilmiş ve Yönetim Kurulu Üyeleri oturmuştu. Hepsi söz aldılar, hem ayrılığı anlattılar hem de o güne kadar ki çalışmalarımız için teşekkür ettiler.
Konuşmalar ilerledikçe biz heyecanlanıyorduk. Genel Müdürümüzün kalıp kalmayacağını merak ediyorduk. Sonunda beklenen açıklama geldi. Erol Dönmez Eczacıbaşı'nda "Eczacıbaşı İlaç Genel Müdürü" olacaktı. Bu nedenle Avon'da kalmıyor, Eczacıbaşı kendi yöneticisini alıyordu. Yönetim Kurulu'nun bu açıklamasından sonra tüm salon ağlamaya başladı. Göz yaşlarımızı tutamıyorduk.
Erol Bey de bir konuşma yapmıştı. Bir üst düzey yöneticinin bir şirkette en fazla 5 yıl kalmasının iyi olduğunu söylemiş, farklı sektörleri deneyimlemek istediğini de belirtmişti. Haklıydı aslında. Gideceği yer de çok iyi bir pozisyondu..
Veda konuşması sırasında Eczacıbaşı değerlerini sayarken birini unutmuş, yanında oturan Yönetim Kurulu Üyesine "Dördüncü neydi?" diye sormuş, bizi de ağlarken güldürmüştü. O kadar rahat ve doğaldı yani..
Şeflik olarak aramızda para toplayıp bir hediye almıştık. Kalırsa ya da giderse bizden bir hatıra olsun istedik. Ne ister? diye düşündük. Motosiklet kullanmayı çok sevdiği için bir motor kaskı aldık. Böylece Erol Bey'i şirketten yolcu ettik.
Aynı toplantıda yeni Genel Müdürümüz de hazırdı. Daha önce toplantılarımıza katılan Ron Genel Müdürümüz oluyordu. Aynı gün vedalar yapılırken son olarak Ron bize tanıtıldı.
Yönetim Kurulu Ron'u yeni Genel Müdür olarak takdim ettiğinde O'da bir konuşma yaptı. Tüm salon ağladığı için işi çok zordu. Yaptığı konuşmada "kendisinin de bir önceki ülkeden ayrıldığında böyle gözyaşlarıyla uğurlandığını" söylemişti.
Ron o dönemdeki Avon CEO 'su Andrea Jung ile.. Avon 125. Yaşında..
O zamanlar neler olacağını ve başımıza gelecekleri hiç bilmiyorduk ??
Ron Türkiye'de 15 yıl Genel Müdür olarak görev yaptı. 15 Yıl... ve hepimizi geliştirdi, değiştirdi, zorladı, dönüştürdü.. sonra biz bile kendimizi tanıyamadık :))