Babam zaten otelcilikten geldiği için, yabancı dilinin olması, turistlerle mükemmel anlaşması ve eğlenceli kişiliği nedeniyle turizmi çok seviyor ama patronlarla da uyuşamıyordu.
Annemle ilk evlilik yıllarında Ankara'da bu sektörde çalışmış ve çok iyi paralar kazanmış ama patron anlaşmazlıkları ve fikir uyuşmazlıkları nedeniyle bir çırpıda ayrılıvermişti. Bu yıllarda daha ben doğmamıştım..
Daha sonra da İstanbul'a gelmiş ve Hilton'da uzun yıllar çalışmış ve oradan da emekli olmuştu.
Babam emekli olduktan sonra boş durmamış ve yeni iş alanları keşfetmeye ve girişimlerde bulunmaya başlamıştı.
Önce Antalya'da bir otele yönetici olmuş, ama biz tatile çıkıp ta yanına gidene kadar işi bırakıp geri dönmüştü. O zamanlar ortaokuldaydım.. Patronun çok cimri olduğunu, babam lekeli ve rengi dönmüş çarşafları değiştirmek gerektiğini söyleyince itiraz ettiğini, babamın da tüm çarşafları çaresiz boyamaya gönderdiğini ve türlü hikayelerini dinlemiştim. Turizm anlayışı o yıllarda maalesef yoktu.
Aynı zamanda görev aldığı yaz dönemi boyunca turistlere türlü geziler ve eğlenceler düzenlemişti. O zamanlar bu otele gidememiş olmaktan dolayı çok üzülmüştüm.. Eh o zamanlar Antalya ne uzaktı. Şimdiki gibi internet yok, bir resmini bile göremiyor, nasıl olduğunu hayal bile edemiyorduk.. o yıllar böyleydi.. nitekim ilk olarak Antalya'ya 21 yaşımda evlenince gidebilmiştim.
Babam bu Antalya deneyiminden sonra "en iyisi kendi işimizi yapalım" demişti.. Emeklilikten de biraz parası vardı. Teyzemin eşiyle birlikte bir ortaklık kurarak Tekirdağ yolu üzerinde bir benzin istasyonu kiralamıştık. Sadece benzin istasyonu mu? Hayıırrır.. İstasyon içinde ufak tefek ihtiyaçların satıldığı bir büfe, yemek yenilen bir lokanta ve yolun karşısında denize inen bir boş arazı. Arazi diyorum çünkü babam oraya el atmadan önce boş bir araziydi. Şimdilerde o boş arazide Şerafettin Tufan Sitesi var.
Babam hayallerin adamıydı. Bu boş arazi için de planları vardı.. O'na zor olacak bir şey yoktu. Her şey elinden gelir, her şeyin üstesinden gelirdi. Yeter ki kararları kendisi versin, komuta altında olmasın...
Bu kadar çok iş olunca biz iki aile aramızda işletme sorumluluğunu paylaşmıştık. Benzin istasyonu ve büfeden teyzemler sorumlu olacak, babam ise lokantadan sorumlu olacak ve boş denize inen arazide camping yapacaktı :))
İki aile kalabalık olmuştuk. Akşam olunca hepimiz lokantanın üst katında, koğuş gibi yatakların yan yana sıralandığı kocaman bir alanda yatıyorduk. O kadar güzel bir havası vardı ki, her taraf yemyeşil kırlarla kaplıydı.. sabah erkenden uykumuzu alıp kalkardık. Hala değişmedi, arkada yemyeşil bir arazi uzanıyor..
O kadar çok iş oluyordu ki işler hiç bitmiyordu. Babam yaratıcılığını ve hayallerini durdurmuyor, sürekli üretiyordu. Lokantada aşçıbaşı falan vardı ama annem de el atıyor, bazı yemekleri yapıyordu. Otoyol kenarında olduğumuz için bir süre sonra otobüslere yaptığımız güzel hizmet ve yemeklerin kalitesinden dolayı peş peşe otobüsler bizim istasyonda mola veriyordu. Bazen otoparkta yer kalmıyordu :)) O derece yani..
Benim çiçek desenli bir bahçıvan tulumum vardı. Onun içine acı sarı bir bluz giyerdim ve otobüs anonslarını mikrofonla ben yapardım. "İstanbul'dan gelip Tekirdağ'a gitmekte olan 34 ZJ 3745 plakalı otobüs hareket etmek üzeredir. Yolcuların otobüse binmeleri rica olunur.." vb. Acayip hoşuma giderdi. Kaptanlara yemeği ücretsiz verirdik, sürekli bize gelirlerdi.
En iyi arkadaşım Teyzemin görümcesi Zerrin'di.. Aynı yaştaydık. O İstanbul Kız Lisesi'ne giderdi ve ben onun okulunu çok kıskanırdım. İkimiz de folklor oynar, iskambil kağıtlarını elimizden düşürmez, kız tavlası yapar, denize girerdik. Birlikteyken hiç canımız sıkılmazdı. Daha küçükken aynı sokakta oturduğumuzdan sabahtan akşama sokakta oynar, yeğenlerin beşiklerini sallar, beraber ders çalışırdık.
Şimdi canım Zerrin'imin resmine bile baksam yüzüm güler, o günlere giderim. Birlikte çocukluk anılarımızı tazelemek üzere çok yakında eski sokağımıza gideceğiz :)) Zerrin de Aytepe'de büfede durur, satış yapardı. İki genç kız olarak ortalıkta şu bahçıvan pantolonumuzla dolaşıp genç kız hayallerimizi paylaşırdık.
Nerede bir olay olsa oradaydık. Bizim boş arazide mal sahibinin oğlu arabasıyla kaymış, tepede asılı kalmıştı. Hep çocuklarla beraber merakla etrafta dolaşırdık.
Bu arada babam kamping reklamı olsun diye tabela yapımına başlamıştı. Günlerce tenekeleri kesti.. onlardan tek tek harfler yaptı ve harfleri ayrı ayrı yine harf şeklinde yapılmış tahtalara çiviledi.. sonra bunları kırmızıya boyadı..
Bu kocaman harfleri belirli aralıklarla tahta perdeye çiviledi. E-5 ten gelip geçenin çok uzaktan göreceği şekilde, 5-6 metre eninde kocaman bir yazı olmuştu. Hem de uzaktan şahane görünüyordu.
Fuat köyde farklı bir kültürde yetişmişti. Bizim rahatlığımız ve büyüklere karşı çocukça tavırlarımızı hoş karşılamaz sürekli beni uyarır, tavsiyeler verirdi. Ekmeği bile ağzımın kenarına değdirsem kızar, " Bak abisinin öyle olmaz günah, ekmek peçete değil " der, bana abimden daha çok karışırdı. O günlerde birden bire iki abim olmuştu :)) :((
Fuat sabahları erkenden lokanta için alışverişe gider ( o zamanlar araba falan da yok, minibüs, otobüs Allah ne verdiyse) iaşeyi çuvallarla getirirdi. Sonra da mokampta su patladı, hortum delindi, tazyik azaldı, elektrik kesildi, yılan çıktı :(( gibi konulara dalar, sabahtan akşama kadar koştururdu.
Tüm hazırlıklar bu şekilde ilerledi. Sonra ne mi oldu?
Lokanta artık bir terminal durağı olmaktan çıkmış, bazı şenliklerle onlarca ailenin geldiği ve çeşitli yarışma ve aktivitelerin yapıldığı bir mekan haline gelmişti. Otobüslere ve arabalara yer bulamıyorduk, dolup taşıyordu.
Karşıdaki arazide ise babam E-5 kenarına tabelanın hemen altına bir güneş şemsiyesi açmış altına da bir masa koymuştu. Resmen yolun kenarında oturuyor, gelen geçen her karavanı durduruyor ve onlarla sohbet ediyordu :) Türkiye sınırından içeri girmiş ama henüz bu topraklara adapte olamamışken babamın sohbetiyle kalmaya karar veriyorlardı. Mokamp kısa sürede karavanlar ve çadırlarla dolmuştu.
Çadıra kim mi geldi? Ayy inanmazsınız valla. Nazan Şoray, Türkan Şoray ve eşi Rüçhan Adlı.. Sanırım günübirlik gelmiş, denize girip mangal yakmışlardı.
Bu ilk yılın sonunda kış gelip çatmıştı. Okullar açılmış herkes evine geri dönmüştü. Kışın büfeyi, mokampı kapatmıştık ama benzin istasyonu açık olacaktı. O zamanlar kışın çok zorlu ve soğuk geçerdi. Çatıdan akan sular donar sarkıtlar oluştururdu. Bir de yapayalnız bir bina olarak arazide tek başına olması, gece gelen kamyonlar, güvenlik sorunu gibi engeller nedeniyle ilerleyemiyorduk.
Yine de kışın bir süre Abim istasyonda kaldıysa da bu zor şartlara dayanamadı. Sonunda devir kararı verildi. Biz uzun süreliğine kiralamıştık ama bir yılın sonunda devrettik.. Kime mi?? Aydın Doğan'a.. Yıl 1974, bundan tam 42 yıl önce.. Daha o zamanlar medya patronu değildi.
Sahile bir yokuştan inilirdi, genellikle yosunla kaplı olur ama tüm aile bu yosunları toplayıp temizlemeye çalışırdık. O zamanlar Marmara Denizi daha tertemiz ama bu bölgede yosun çok olurdu, şimdilerde nasıl bilmiyorum.
İki aile kalabalık olmuştuk. Akşam olunca hepimiz lokantanın üst katında, koğuş gibi yatakların yan yana sıralandığı kocaman bir alanda yatıyorduk. O kadar güzel bir havası vardı ki, her taraf yemyeşil kırlarla kaplıydı.. sabah erkenden uykumuzu alıp kalkardık. Hala değişmedi, arkada yemyeşil bir arazi uzanıyor..
Üst kat koğuş gibi yattığımız alan..
Hala enkaz şeklinde ayakta duran binanın geçen sene resmini çekmiştim.
Hala enkaz şeklinde ayakta duran binanın geçen sene resmini çekmiştim.
O kadar çok iş oluyordu ki işler hiç bitmiyordu. Babam yaratıcılığını ve hayallerini durdurmuyor, sürekli üretiyordu. Lokantada aşçıbaşı falan vardı ama annem de el atıyor, bazı yemekleri yapıyordu. Otoyol kenarında olduğumuz için bir süre sonra otobüslere yaptığımız güzel hizmet ve yemeklerin kalitesinden dolayı peş peşe otobüsler bizim istasyonda mola veriyordu. Bazen otoparkta yer kalmıyordu :)) O derece yani..
Benim çiçek desenli bir bahçıvan tulumum vardı. Onun içine acı sarı bir bluz giyerdim ve otobüs anonslarını mikrofonla ben yapardım. "İstanbul'dan gelip Tekirdağ'a gitmekte olan 34 ZJ 3745 plakalı otobüs hareket etmek üzeredir. Yolcuların otobüse binmeleri rica olunur.." vb. Acayip hoşuma giderdi. Kaptanlara yemeği ücretsiz verirdik, sürekli bize gelirlerdi.
En iyi arkadaşım Teyzemin görümcesi Zerrin'di.. Aynı yaştaydık. O İstanbul Kız Lisesi'ne giderdi ve ben onun okulunu çok kıskanırdım. İkimiz de folklor oynar, iskambil kağıtlarını elimizden düşürmez, kız tavlası yapar, denize girerdik. Birlikteyken hiç canımız sıkılmazdı. Daha küçükken aynı sokakta oturduğumuzdan sabahtan akşama sokakta oynar, yeğenlerin beşiklerini sallar, beraber ders çalışırdık.
Şimdi canım Zerrin'imin resmine bile baksam yüzüm güler, o günlere giderim. Birlikte çocukluk anılarımızı tazelemek üzere çok yakında eski sokağımıza gideceğiz :)) Zerrin de Aytepe'de büfede durur, satış yapardı. İki genç kız olarak ortalıkta şu bahçıvan pantolonumuzla dolaşıp genç kız hayallerimizi paylaşırdık.
Nerede bir olay olsa oradaydık. Bizim boş arazide mal sahibinin oğlu arabasıyla kaymış, tepede asılı kalmıştı. Hep çocuklarla beraber merakla etrafta dolaşırdık.
Bu arada babam kamping reklamı olsun diye tabela yapımına başlamıştı. Günlerce tenekeleri kesti.. onlardan tek tek harfler yaptı ve harfleri ayrı ayrı yine harf şeklinde yapılmış tahtalara çiviledi.. sonra bunları kırmızıya boyadı..
Bu kocaman harfleri belirli aralıklarla tahta perdeye çiviledi. E-5 ten gelip geçenin çok uzaktan göreceği şekilde, 5-6 metre eninde kocaman bir yazı olmuştu. Hem de uzaktan şahane görünüyordu.
Babam bu boş araziye birkaç çadır kurmuştu ve bunları kiraya verecektik ancak asıl amacı
kamping olarak karavanlara kiralamaktı.
Kampta su elektrik gibi konuları da babam türlü uğraşlardan sonra halletmişti.
Yurda giriş yapan turistler karavanla Tekirdağ-İstanbul yolundan geçiyordu. (TEM yoktu)
O zamanlar karavanla gezen çok turist vardı.
Boş bir arazinin küçük bir yatırımla mokamp yapılması harika bir fikirdi.
Tüm bu işlere babam yetişemeyince köydeki amcama haber salmış yeğenim Fuat'ı da yardıma çağırmıştı. Onların da o mevsimde köyde işleri çok olmasına rağmen Amcam izin vermiş, Fuat koşup gelmişti.. O zamanlar hepimiz çok gençtik tabii.. Fuat evlendi torunları bile oldu.
Bu foto 2 yıl önce biz köydeyken çekildi..
Hamit-Nihat-Fuat
Fuat köyde farklı bir kültürde yetişmişti. Bizim rahatlığımız ve büyüklere karşı çocukça tavırlarımızı hoş karşılamaz sürekli beni uyarır, tavsiyeler verirdi. Ekmeği bile ağzımın kenarına değdirsem kızar, " Bak abisinin öyle olmaz günah, ekmek peçete değil " der, bana abimden daha çok karışırdı. O günlerde birden bire iki abim olmuştu :)) :((
Fuat sabahları erkenden lokanta için alışverişe gider ( o zamanlar araba falan da yok, minibüs, otobüs Allah ne verdiyse) iaşeyi çuvallarla getirirdi. Sonra da mokampta su patladı, hortum delindi, tazyik azaldı, elektrik kesildi, yılan çıktı :(( gibi konulara dalar, sabahtan akşama kadar koştururdu.
Tüm hazırlıklar bu şekilde ilerledi. Sonra ne mi oldu?
Lokanta artık bir terminal durağı olmaktan çıkmış, bazı şenliklerle onlarca ailenin geldiği ve çeşitli yarışma ve aktivitelerin yapıldığı bir mekan haline gelmişti. Otobüslere ve arabalara yer bulamıyorduk, dolup taşıyordu.
Karşıdaki arazide ise babam E-5 kenarına tabelanın hemen altına bir güneş şemsiyesi açmış altına da bir masa koymuştu. Resmen yolun kenarında oturuyor, gelen geçen her karavanı durduruyor ve onlarla sohbet ediyordu :) Türkiye sınırından içeri girmiş ama henüz bu topraklara adapte olamamışken babamın sohbetiyle kalmaya karar veriyorlardı. Mokamp kısa sürede karavanlar ve çadırlarla dolmuştu.
Çadıra kim mi geldi? Ayy inanmazsınız valla. Nazan Şoray, Türkan Şoray ve eşi Rüçhan Adlı.. Sanırım günübirlik gelmiş, denize girip mangal yakmışlardı.
Bu ilk yılın sonunda kış gelip çatmıştı. Okullar açılmış herkes evine geri dönmüştü. Kışın büfeyi, mokampı kapatmıştık ama benzin istasyonu açık olacaktı. O zamanlar kışın çok zorlu ve soğuk geçerdi. Çatıdan akan sular donar sarkıtlar oluştururdu. Bir de yapayalnız bir bina olarak arazide tek başına olması, gece gelen kamyonlar, güvenlik sorunu gibi engeller nedeniyle ilerleyemiyorduk.
Yine de kışın bir süre Abim istasyonda kaldıysa da bu zor şartlara dayanamadı. Sonunda devir kararı verildi. Biz uzun süreliğine kiralamıştık ama bir yılın sonunda devrettik.. Kime mi?? Aydın Doğan'a.. Yıl 1974, bundan tam 42 yıl önce.. Daha o zamanlar medya patronu değildi.
Bu anıları yaşadığımız Mokamp'ın yerinde şimdi Şerafettin Tufan Sitesi var.
Şerafettin Tufan bu istasyonun ve çevre arazilerin sahibi olan, bize kiralama yapan kişinin adıydı.
Mokampın yerindeki site..
Mokampın yerindeki site..
Benzin istasyonu yıllardır kapalı, bina duruyor ama bir harabe şeklinde.
42 Yıl sonra bile öylece kalması hatıraları canlı tutuyor.. Tekirdağ'a her gidişte onu görmeyi heyecanla bekliyorum. Bu fotoyu da geçen yıl otobüsten çektim :)) Ne güzel bir yer değil mi?
Bu deneyimden sonra yine boş durmadık. Bu kez babam "sezonluk bir yer kiralayıp biz işletelim, hem tatil yaparız, hem para kazanırız" demişti. Yine elimizde biraz paramız vardı. Bunun üzerine Çınarcık'ta hiç de küçük olmayan tam 30 odalı bir pansiyon kiralamıştık. Neredeyse otel gibiydi.
İki katlı " L " şeklinde mimarisi olan bir pansiyondu. Ama bu pansiyon daha çok otel konseptindeydi. İçinde mutfağı falan yoktu, sadece yataklar ve dolap vardı. Ailecek çalışıyorduk. Zaten yazın çalışacağımız bu pansiyonda okullar tatil olduğu için abim ve ben de kolları sıvamıştık.
Babam müşteri kartları, giriş-çıkış, rezervasyon takibini yapıyor.. abim teknik işlere koşuşturuyor.. ben de çamaşırları yıkıyordum. Annem müşteri ilişkileri, şikayetler, isteklerle ilgileniyordu :)) Her gün makinadan çıkan çarşaflar ve pikeler yandaki arsaya iplere asılır, bir güzel güneşte kurutulurdu.
Babam müşteri kartları, giriş-çıkış, rezervasyon takibini yapıyor.. abim teknik işlere koşuşturuyor.. ben de çamaşırları yıkıyordum. Annem müşteri ilişkileri, şikayetler, isteklerle ilgileniyordu :)) Her gün makinadan çıkan çarşaflar ve pikeler yandaki arsaya iplere asılır, bir güzel güneşte kurutulurdu.
Tüm eşe dosta, arkadaşlara haber salınmış, "bekleriz, gelin" denilmişti. Benim de arkadaşlarım ve mahalleden komşularımız gelmişler, birlikte çok güzel günler geçirmiştik.. O zamanlar Çınarcık' ta pırıl pırıl bir deniz, upuzun sakin yürüyüş yolu, Çınaraltı çay bahçesi.. şahane bir yerdi.. Bazı günler Çınaraltında eğlenceler düzenlenir, herkes akşam orada toplanırdı.. Biz de gençler bir masada anneler-babalar bir masada sohbet eder, eğlenir, oyunlar oynardık..
Yine Çınaraltı'nda arkadaş ve komşularımızla
Ayakta, ortada duran yakışıklı Abim..
Benim sağımdaki gözlüklü olan, ortaokul, liseden ve hala yol arkadaşım Sevgi..
Arka sırada oturanlar : annem ve komşularımız (babam işin başında anlaşılan :))
Epey zamandır oralara gitmedim ama okuduğum kadarıyla Çınaraltı Çay Bahçesi de eski halinden eser kalmamış, üçe bölünmüş, üç ayrı işletme olmuş, kalitesi kalmamış. Ne hızla bozuldu her şey..
Yine de bir gün koca çınara bir bakmak isterim, umarım o hala duruyordur..
Biz Çınarcık'ta çok güzel bir yaz geçiriyorduk. Hem pansiyonu işletiyor hem de denize girip eğleniyorduk. İşlerimiz de güzel gidiyordu. 30 Odayı doldurabiliyorduk. Taaki Ağustos ayına kadar. Ağustosta bir salgın başladı. Herkes barsaklarını bozuyordu. Tüm Çınarcık perişan olmuştu. Sulardan olduğunu sanıyorduk. Karın ağrısıyla uyananlar aile boyu ishale tutulunca kalmıyor, pılıyı pırtıyı acele toplayıp dönüyorlardı.
O zamanlar yıl 1976.. Şimdilerde hala Yalova ve çevresinde 40 yıl sonra yine aynı olaylar yaşanıyor... Hiç çözüm bulunmamış demek ki.. aynı tas aynı hamam..
Yıl 2015 haberi :((
Ramazan bayramı yoğunluğu ile Çınarcık Tatilci akınına uğradı. Deniz hasreti ile tatili bekleyen çocuklar ve aileler sahillere akın etti. Sebebi tam olarak belirlenemeyen nedenlerden ötürü son iki günde Çınarcık Devlet Hastanesi ishal vakaları ile doldu taştı. Yetkililer uyarıyor sulara dikkat ediniz.
İşte böyle... Sular canımıza okumuştu, müşterilerimizin çoğu ayrıldı, gelmedi, korktu.. Biz de yıllık bir kiralama bedeli ödemiştik. Bu bedeli çıkardık mı? çıkaramadık mı? hiç hatırlamıyorum. Kar etmediğimizi biliyorum.. emeklerimiz boşa gitmemişti, daha ne olsun harika bir tatil geçirmiştim :))
Bu şanssız teşebbüsten sonra bir daha da Çınarcık'a gitmedik.
Böylelikle benim de çıraklık yaptığım işlerim son buldu.
Hem aile içinde hem müşteri boyutunda ilişkileri, iletişimi gözlemlemiş, kopma noktalarını farketmiş, azmi ve çabayı, tuttuğunu koparmayı görmüş, eğlenceyi işin içine katmayı öğrenmiştim.
Ama bunları CV' lerimde hiç belirtmedim :))
Bana ağır sorumluluklar verilmese de ortalıkta dolanmış, hoşlandığım işleri devralmıştım.
Bunu her çocuk yaşamalı. Teşekkürler Baba.. bizi hem eğleneceğimiz hem de tatil yapacağımız işlerle tanıştırdığın ve bize güvenerek sorumluluk almamızı kolaylaştırdığın için..