Deprem Bizi de Vurdu..





1999  Yılının Ağustos ayıydı..  Saat 03:02’de meydana gelen sarsıntıyla gece uykumuzdan uyanmıştık. Açık pencereden bir kadın çığlığı duyuluyordu..  Uyku sersemi ayağa kalkıp yürümeye çalışırken sarsıntı durdu.. biz depremi son anda hissedip uyanmıştık.. 

Alel acele toparlanıp üstümüzde ne var bakmadan benim üstümde gecelik Hamit’in üzerinde bir şort ve atlet merdivenleri koşarak indik ve kendimizi sokağa attık..

Evimiz 4. kattaydı ve Emlak Bankası’nın yaptırdığı yeni inşaat teknolojilerinin ve malzemelerinin kullanıldığı binalarda oturuyorduk.  Hala bazı ustalar bu evlere bir çivi bile çakmanın mümkün olmadığını söylerler..  Tabii biz yıl 1999 Ağustos’un ortasında bir inşaatın kalitesinin insanın hayatına ne sağlayacağı, bir depremin ne kadar şiddetli olabileceğini ve bölgemizdeki bu tehlikeyi hiç bilmeden yaşıyorduk... her şeyi o gün anladık..  ne acı..




Başımıza bir felaket gelene kadar böyle bir harita görmemiştik..


Sokağa iner inmez arabayı evimizin altındaki garajdan alıp yol kenarına çıkardık.  Tüm sokak insan kaynıyor ve herkes birbirine ne olduğunu? nasıl olduğunu? ne hissettiğini, nasıl korktuğunu anlatıyordu.  Neler olup bittiği ve depremin olası etkilerinden henüz habersizdik.  Arabamızın radyosunu açmıştık ama sadece bir Zzzzzzzz sesi geliyordu.   Saatler ilerledikçe cesaret edip arabasına atlayıp yakınlarına gidenlerden ve yayın yapmaya başlayan radyolardan acı haberler gelmeye başladı.

Bütün bunlar olup biterken telefonlarımız henüz kimseyi aramak için çevir sesi vermiyor, tüm iletişim kesilmiş bulunuyordu.  Neyi beklediğimizi bilmeden korkuyla dolanıyor, etrafta konuşulanlara kulak kabartıyor ve kulağımız radyoda gelen haberleri dinliyorduk.  Radyolar hep aynı haberi veriyor, saatler ilerledikçe farklı bölgelerden de bilgiler geldikçe açıklanıyordu.  Gözümüzün görmediği bir felaketi yaşıyorduk.

Sabahın ilk ışıklarında eve çıkıp üstümüze bir şeyler giyip acele aşağı indik.  Arabaya atladığımız gibi Hamit’in ablasının oturduğu Avcılar’a nasıl olduklarını anlamak için gittik.  Cadde kenarlarındaki birçok binanın yıkıldığını, büyük enkaz dağlarının oluştuğunu, insanların enkazlarda arama yapmaya başladıklarını gördük. Hamit’in ablasının evi sapasağlam duruyordu. 






Bazı evler yan yatmış, sanki yamuk inşa edilmiş gibiydi. Bazılarında katlar yerin altında göçmüş 6 katlı bina 4 kat olmuştu.Enkaz altında kalan arabalar evlerin önünde yamyassı olmuş duruyordu. Her şey bir film şeridi gibiydi. Şimdiye kadar böylesi bir felaket ile karşılaşmadığımız için gördüklerimiz karşısında şaşkındık.. bu şiddette bir deprem ve felaketle ilk kez karşılaşıyorduk..

Yaşadığımız coğrafyanın yapısını bu depremden sonra öğrenmeye başladık.  O zamana kadar “Hangi bölgeler riskli?   Fay hattı  ne demek?  Depremin şiddeti  nedir?  Denizlerin dibinde ne oluyor? “   bilmiyorduk. 




Radyolar ve TV haberleri görüntülerle her şeyi olduğu gibi aktarmaya başladılar. İnanılmaz görüntüler karşısında ne diyeceğimizi, ne düşüneceğimizi şaşırmış durumdaydık.. suskunduk.. Ağzımızdan dualarımız eksik olmuyordu.. Korkumuz giderek büyüyordu. Artçı denilen irili ufaklı depremleri yaşamaya devam ediyor, evin içinde nerelere kaçsak hesapları yapıyor, deprem çantaları hazırlayıp kenara koyuyorduk. Gözümüz hep eşyalardaydı. Acaba üzerimize düşer mi? Olduğu yerde kayar kapıya dayanır mı? Düşer kırılır mı? Başımıza iner mi?

Benim ailem deprem bölgesinde oturuyordu !!!
Bu bölgeler yerle bir olmuştu.  Abim Gölcük’te, annemler de Karamürsel deydi. 

Ancak yaz ayı olduğu için hepsi kendi yazlıklarında, abimler Dikili’de annemler de Avşa’daydı.  Avşa’da  Marmara Denizi’nde  bir ada  olduğu için  sallanmış ama hiç bir hasar olmamıştı. 

Telefonlar açılınca birbirimizden haber almış ve rahatlamıştık.  Allah’a şükrediyorduk. 
Abim ancak depremden bir-iki hafta  sonra  evine bakmaya Gölcük’e gidebildi.  Dolaplar, vitrinler devrilmiş, tabaklar-çanaklar saçılmış, parçalanmış, tuvalet taşı yerinden çıkmış, fayanslar çatlamış, dökülmüş, makinalar yerinden oynamıştı.  Evin içi savaş alanı gibiydi ama bina sapasağlam yerinde duruyordu.  Bu en azından  iyi  bir haberdi.  Abim telefon açtığında ilk bunları söylediğinde buna sevinmiştim.  Ya sonra !!  

Annemlerin evi yerinde yoktu !!   Karamürsel’de ana cadde üzerinde köşe başındaki yeni bina yerinde yoktu.  Hatta enkazı bile yoktu !?

Nasıl olurdu?  Annemle Babam  ömür boyunca dişten tırnaktan arttırarak  Bayrampaşa’daki üç katlı evimizi yapmışlardı. Çocukları evlendirince de babam İstanbul’dan sıkılmış ve  “buralarda ne işimiz var? gidip sakin bir hayatı yine deniz kenarında yaşayalım”  demiş ve abimin de Gölcük’te olmasından cesaretle  Karamürsel’de yeni yapılmış bir binadan bir daire almıştı.

Babam Bayrampaşa’daki kullandıkları eski eşyaların hiç birini Karamürsel’e götürmemiş, sağa sola dağıtmış, yeni eve yeni eşyalar almıştı. Bu O’nun için yeni bir hayat demekti.  İstanbul’da “Minibüslerde sıkış sıkış, ensemde bir nefes hissetmek istemiyorum, 
benim ne işim var İstanbul'da”  diyordu.  

Karamürsel ise sahildeki çay bahçeleri, sakin yapısı, denizi, pazarı ve esnafı ile
 tam bir emekli diyarıydı.




Yaklaşık 2 senedir orada oturuyorlardı.  Biz de İstanbul’dan ziyaretlerine gidince onlarda kalır, tüm aile bir araya gelir birlikte annemin hazırladığı yemekleri yer hasret giderirdik.  İşte o ev yıkıldı.

Annem ve Babam  evlerinin ne durumda olduğunu merak ediyorlardı. Avşa’da oldukları için bilgi alamıyor, aradıkları komşularına telefonla ulaşamıyorlardı.  Her telefon konuşmamızda Babam  “bir gitsek”  diyordu ama biz biraz daha erteliyorduk.  Bir yandan da abimle bu işi nasıl kotaracağımızı nasıl söyleyeceğimizi düşünüyorduk.  Bu haber onlar bizden uzaktayken söylenecek bir şey değildi yanlarında olmalıydık.

Ben hep duymadan önce görmeleri gerektiğini düşünüyordum.  “Eviniz yıkılmış”  demek ne sağlayacaktı? Yine görmek isteyecekler ve görene kadar da çeşitli senaryolar üreteceklerdi.

Abimle anlaştık ve plan yaptık.  O Dikiliden ben İstanbul’dan Avşa’ya arabalarımızla gidecektik. Annemle Babamı ayrı ayrı arabalarla Karamürsel’e götürecek ama o ana kadar hiç bir bilgi vermeyecektik. Kendi gözleriyle göreceklerdi.

Planladığımızı yaptık.  Karamürsel’e gidene kadar bizim arabada annemle “eğer yıkılmışsa”  senaryosu üzerine konuştuk.  “Cana gelen mala gelsin”   dileği ve   “Allaha şükür tüm ailemiz bir arada.. bundan daha iyisi ne olabilir”  sözleriyle birbirimizi rahatlatıyorduk..  Babam abimin arabasındaydı ve giderek  eve yaklaşıyorduk.. 

Ben ancak abim sağa yanaştığında eve geldiğimizi anladım.. çünkü ev yoktu..  Annem  “Aaaa bizim ev nerde”   deyip arabadan inince  babam da  “Güner bizim evimiz yıkılmış”  diyerek anneme doğru ilerledi,  birbirlerine sarıldılar ve gözyaşı döktüler.  Hepimiz birbirimize sarılıp ağladık.. 

Bir müddet arazinin ortasında bakındık.  Enkaz kaldırılmış ve boş bir arsa olarak kalmıştı. Arazinin orta yerinde birkaç kırık dökük eşya arasında  babamın daktilosu ve annemin dikiş makinası, abimin küçüklük resminin bulunduğu çerçeve sapasağlam oracıkta duruyordu.  

Annem dikiş makinasını istemedi “kullanamam”  dedi ama babamın daktilosunu ve abimin çerçeveli resmini aldık.  Daha sonra bu daktiloyu babam Gürcan’a hediye etti. Hala onların evinde durur.

Etrafa bakınırken durumu yandaki bakkala soralım dediler.  Bakkal travma geçirmişti ve konuşamıyordu. Karşıdaki apartmanın penceresinden bir kadın bize doğru seslendi “sizin apartman bu tarafa yan yattı ve yıkıldı, İçinden hiç kurtulan olmadı”..   O sırada annemle babam görüştükleri komşularını hatırlayarak derin bir acı yaşadılar.   

Sonra birlikte Gölcük’e giderek dolaştık ve depremin bir bölgeyi nasıl yerle bir ettiğini gözlerimizle gördük. Her gördüğümüz görüntüde  ölenler ve yakınları için  dua edip, birlikte sağ salim yan yana olduğumuz için şükrediyorduk.




Gözlerimiz gerçekliği kalbimize işlediğinde artık daha fazlasını görmek dayanılmaz olduğunda geri döndük. Ama bu sefer annemle-babamı hemen yalnız başlarına bırakamazdık, bırakmamalıydık.  Zaten hepimiz çok  kötüydük..  Hep birlikte abimlerin yazlığına Dikili’ye gittik.  Orada eş-dost arkadaş ziyaretleriyle   “geçmiş olsun”  sohbetleri yapıp, içimizi boşalttık. 

Bir hafta sonra herkes kendi evindeki hayatına geri döndü....   Annem ve Babamın kışın gidecekleri evleri yok olmuştu.  Tüm hayatlarının birikimi olan evleri....


Babamın gözlerindeki problem nedeniyle lupla okuduğu ve aşık olduğu kitaplar, 
dergiler, ansiklopediler,    okuduğu kitaplardan çıkardığı notları, formülleri, denklemleri yazdığı sarı sayfalı kalın ciltli defterler,   tüm geçmişine ait siyah-beyaz fotoğraflar,   albümler,   anneme 40 yıl önce nişanlıyken yazdığı saçının telini istediği mektuplar..    tüm geçmişlerine ait hatıralar silinmişti.. 


Tüm hayatları boyunca  değer verilmiş,  her türlü koşullarda bile saklanmış,  biriktirilmiş her şey  yok olmuştu. Yine de sadece  “Canınız Sağolsun”  diyorduk..  hepsi bu...