Bir Güzel Hikaye : Eczacıbaşı



Erenköy'den işime gidip gelmeye devam ediyorum..  Ofisler değişti, fabrika kalabalılaştı, bir çok yeni kişi işe alındı..  Eczacıbaşı'nda 10. yılımı kutladım..  Ödülümü Şakir Eczacıbaşı'nın elinden aldım.. Bu benim için büyük bir onurdur..




Öyle bir ortamda çalışıyorduk ki.. gidip gelmeler, yollar sorun olmuyordu.. Mutluydum..
Çok iyi dostluklar kurmuştum..

Yılbaşı günlerinde akşam yılbaşını evimizde kutlamadan önce fabrikada  kutlardık..  Arkadaşlar bir odada toplaşır, şarkılar söyler eğlenirdik.. Aynı zamanda bir şeyler yer içerdik :) Böyle günlerde Hamit'te ofise gelir, kutlamaya dahil olurdu.. 

30 Aralık 1994...  Yılbaşı....




Fabrika Müdürü yöneticim Şenol Bey çok saygı duyduğum, anlayışlı, babacan, esprili, sıcak bir yöneticiydi.  Cumartesi günleri Şenol Bey çalışmazdı...  ancak çoğunlukla  1-2 saat uğrardı.. ne var ne yok bir kolaçan ederdi..

Bazen de kendisi Samsun'lu olduğu için  Cumartesi günlerinde  "Hamsi günü"  organize ederdi. Böyle bir Cumartesi günü  kilolarca hamsi aldırır, fabrikada çalışan tüm Karadenizli kadınlar mutfakta hamsi kızartma ve hamsili pilav, mısır ekmeği  yaparlardı. O gün herkes bu özel menüden yerdi. Bir şölen havasında geçerdi.


Eczacıbaşı'nın farkı buradaydı. Bütün bunlar kurumsal bir yapı içinde geleneksel ya da personel günü gibi yılda bir kez yapılan büyük organizasyonlar değildi. Gayet samimi, doğal, sıradışı ve çok sıcak geçerdi. O zamanlar Eczacıbaşı'nın diğer fabrikalarındaki üst düzey yöneticiler de çok sıcak, alçakgönüllü ve samimiydi.. Herkesle sohbet eder, birlikte aktiviteler yapar, birbirlerine çok takılırlardı. Onlar da  çok iyi arkadaştı.. 15-20 Yıldır birlikte çalışıyorlardı.. 


Cumartesi günleri Şenol Bey'in öğlene yakın uğraması hoşumuza giderdi. Zaten Cumartesi günleri Şenol Bey olmayınca benim de işim olmazdı. Çoğunlukla kitap okurdum.  Cumartesi sabahları ya biri işe gelirken taze ekmek, kaymak, bal getirir yemekhanede kendimize ziyafet çekerdik, ya da molaları uzatırdık..


Bir gün masamda kitap okurken gözlerim kapanmış, kitap masada üzerine başımı yaslamışım, Bir kapı tıkırtısı duydum ve başımı kaldırdım. Şenol Bey gelmiş odasının kapısını açıyor :(( Bana bakarak gülümsedi ve günaydın diyerek odasına girdi. vee  hiç bir şeyyy söylemedi. konusu bile olmadı... Utancımdan yüzüne bakamamıştım..


Şenol Bey lezzetli yemeğe çok düşkündü. Fabrikaya gelen yabancı ve özel misafirler için çok özel sofralar kurulurdu. Hemen aşçıbaşını çağırtır ve menü hakkında konuşur, nasıl pişireceğine ilişkin talimatlar verirdi. Yemekten sonra da geri bildirim seansı olurdu. Yine aşçıbaşını çağırır nasıl olması gerektiğini söylerdi.


Çok nüktedan biri olduğu için sohbetleri sırasında mutlaka konuya uygun bir fıkra anlatırdı. Odasından misafirleri olduğunda çoğu kez kahkaha yükselirdi. Fıkrayı konuya mükemmel şekilde bağlardı. Ben de odanın hemen yanı başında olduğumdan fıkralara gülerdim. Kapısı çok gizli bir şey olmadıkça kapanmazdı.


O zamanlar şimdiki gibi iş toplantıları olmazdı. Toplantı masası vardı ama çok nadir bir toplantı olurdu. Hep görüşmeler birebir yapılır işler yürürdü.  


Alt kattaki küçük markette acil tüm ihtiyaçlarımızı karşılayabilirdik. Bakkal gibiydi. Büyük olanı Levent'teki fabrikadaydı. Burada beyaz eşyalar, fırınlar, ev eşyaları da bulunurdu. Üstelik piyasadan çok daha uygun fiyata ve taksitle alma imkanımız olurdu. Bunları hep Eczacıbaşı organize etmişti. Markette olmayan bir şey istediğimizde Levent'ten getirirlerdi.



Leyla ile markette..



Bir yılbaşı çekilişi yapmıştık. 20-30 kişi birbirimize hediye alacaktık. Bir alt ve üst harcama limiti belirledik ve bizim marketten hediye  seçme şartı getirdik. Nasıl eğlendik anlatamam, Gülmekten gözlerimizden yaşlar gelmişti. Kafasında hiç saçı olmayan Sezai'ye saç tarağı çıkmış, Depo Sorumlusu Hakkı Bey  bir litre ayçiçek yağını kapmış, ben de bir paket sosis ile yeni yıla girmiştim :))

Eczacıbaşı Serum Fabrikası daha sonra Hastane Ürünleri A.Ş. oldu ve Genel Müdürü de yine Şenol Bey oldu. Diğer bölümler de faaliyete geçti, Müdürlükler oluşturuldu. Mali İşler, İnsan Kaynakları, Satın Alma, Üretim, Kalite Kontrol, Bakım-Onarım, Üretim Planlama gibi bölümlerde bir çok Müdür görev yapmaya başladı. 


Kadrolar kalabalıklaştı, arkadaşlarımdan birçoğu bu Müdürlüklere atandılar.  Ofis bölümlere ayrıldı. Benim oturduğum alana Dış Ticaret'le ilgilenen bir arkadaşım geldi. Yine de kocaman bir alanda oturuyorduk. 





Tam karşımızda büyük bir konferans salonumuz vardı. Bu salonda kutlamalar yapılır, işçilere eğitimler verilir, gelen misafirlere bilgi aktarılırdı. Çoğunlukla üniversitelerden öğrenciler gezilere gelirlerdi. Fabrikada üretimi inceler sonra da Eczacıbaşı'nın duayeni Suphi Ayvaz'dan bilgi alırlardı.

Biz de personel olarak bir çok eğitim almıştık. O zamanlar daha çok üretime ilişkin eğitimler vardı. Hijyen eğitimleri.. ya da ilk yardım eğitimleri sık verilirdi.  Hijyen konusu çok ilgimi çeker, Suphi Bey de harika anlatırdı. Mikropları ve hayatımızdaki yerlerini dikkatle dinlerdim.



Benim masam bu odanın karşısındaydı. 1986 yılında yaptğım karakalem resimler 
hep Cumartesi günlerinin eseridir :))  



Oturduğum yerden salonun girişini resmetmiştim. 



Kara kalem resimlerimden biri..






Laboratuvarlarda üretilen serumlar küçük cam kaplara eklenir ve mikrop üreyip üremediği kontrol edilirdi. Bu işlem için laborantlar astronot gibi giyinir, özel odalara girerlerdi. 
İşleri hep mikropların cinsleriyle olurdu. 
Serum zaten hastaya  hem de damar yoluyla verildiği için çok hassas kontrolleri vardı.  







Başka bir bölümde de tavşanlara serum enjekte edilir ve ateşleri ölçülürdü. Eğer ateşleri çıkarsa serum incelemeye alınırdı. Her parti üretim için bu işlemler tekrarlanırdı. Tavşanlar bir tahta boyunduruk içinde öylece beklerlerdi,  serum yemekten şişmanlamışlardı. Her birinin çizelgeleri ve dinlenme süreleri vardı.  Ateşleri ölçülürdü. Ateşleri çıkıyorsa  o parti ürün  "pirojen"   (ateş yükseltici) olarak tanımlanırdı.. 


Daha sonraları çoğu  ilaç ve  kozmetik sektöründe hayvanlar üzerindeki testlere son verildi..








Aynı işlemler fareler için de yapılır, fareleri bir sepet içinden alıp eldivenleriyle öylece tutar kuyruklarından enjeksiyon  yaparlardı. .  
Biz camın arkasından içeriyi korkuyla seyrederdik..




Fareler bir çok deneysel çalışmada hala kullanılıyor..  Uzaya bile gönderildiler.. Uluslararası Uzay İstasyonu’na  gönderilen altı fare, Dünya’nın yörüngesinde gezinen dev laboratuarda geçirdikleri üç ayın ardından yeryüzüne döndüler.

Astronotlar yer çekimsiz ortamda kemik erimesi yaşıyorlar ve bunun önüne geçebilmek için zamanlarının 1/3'ünü spor yaparak geçiriyorlardı..  Dönüşte de eriyen kemikleri geri döndürülemiyordu.. Farelerle yapılan deneylerde onlara bir protein molekülü enjekte edildi ve genleriyle oynandı.. Bu fareler uzayda kemik erimesi yaşamadılar..  Elde edilen sonuç astronotlara uygulanabilirdi.. :))

Bir çok serum çeşidi vardı. Çeşitli oranlarda Dextroz, İzotonik Sodyum Klorür, Laktatlı Ringer en çok üretilenlerdi. Su, Reverse Osmos, hammadde, dolum, şişe, torba, set, sterilizasyon, ambalaj, karantina en çok kullanılan kelimelerdi.. 

Eczacıbaşı'nın basketbol okulu Levent'teki fabrikanın arkasındaydı.  Pazar günleri  Gürcan'ı bu okula götürüyorduk.  Sanırım 5-6 yaşındaydı. Çok küçüktü ama belki sever diye başlatmıştık. Bir iş yerinin hemen yanı başında bu spor salonu harikaydı. Eczacıbaşı Basketbol Takımı da burada antreman yapardı. Takımın şampiyonluk gibi önemli maçlarında bizim fabrikadan da otobüsler kalkar, anonslar yapılır, isteyenler işi paydos eder, maça giderdi.. Biz de hiç kaçırmadan maçlara gider, tezahürat yapardık. 

Takımın bir çok şampiyonluğu vardı. Peşpeşe  1976-77-78-80-81-82-88-89  yıllarında 8 kez şampiyon olmuştu, 1988'de bir de Cumhurbaşkanlığı kupasını almıştı. Maalesef daha sonra kulüp faaliyetine son verdi.. 

Spor işleriyle Şakir Eczacıbaşı ilgilenirdi. Şakir Bey'in Genel Müdürlüğü, İcra Kurulu Başkanlığı'nın yanında en önemli işi spor ve sanatla ilgilenmekti.  Eczacıbaşı'ndaki tüm üst düzey yöneticiler kulüplerin yönetiminde de  rol alırlardı..  Ne şahane değil mi hem bir işin yöneticisi hem de spor kulübünün bir üyesi.. sorumlusu, yöneticisi.. olmak.. 


Takımın Yöneticisi Seffet  Özbay ortada.. aynı zamanda Eczacıbaşı İlaç Genel Müdürü'ydü..





Bakın bu resimde Eczacıbaşı-Vitra Şampiyon.. Resimde Eczacıbaşı  CEO'su  (yerde oturan)  Erdal Karamercan,  Genel Müdürleri,  Sağlık Grubu Başkanı, Sporcular, Yönticiler,  Patron Faruk Eczacıbaşı  bir aradalar.. Bu harika..



Şakir Bey  aynı zamanda  önemli bir fotoğraf sanatçısıydı.  Eczacıbaşı'nın o yıllardaki ajanda takvimleri bir fotoğraf koleksiyonuydu. Her yıl farklı bir konu işlenirdi ve en ünlü fotoğraf sanatçılarının resimlerine yer verilirdi.  Ajandalar tüm çalışanlara dağıtılırdı.. Hepsi harikaydı..






O zamanlar hem Nejat hem de Şakir Eczacıbaşı'nın sağlıklı günleriydi.  
Her ikisiyle de karşılaşma ve tanıma fırsatım oldu. 





Nejat Eczacıbaşı bir keresinde kimseye haber vermeden fabrikaya gelmişti. Koşar adımlarla yukarı çıkıp Şenol Bey'e selam vermiş ve yine  "hiç rahatsız olmayın"  diyerek yine koşar adımlarla ofisler, üretim, yemekhane, tuvaletler dahil uçarak dolaşmıştı. 


Öyle hızlıydı ki, ne bekçiler bize, ne de biz diğer bölümlere haber verememiştik... herkes peşinden gitmek istiyor ama O  "aman siz işinize dönün,  hiç gerek yok"  diyordu.. tek başına dolaştı..  Günün bilançosunu sonra bir araya gelip konuştuk. 


Birinin çöp kutusuna atılmış beyaz kağıtlara  "bunların arkasını da kullanın evladım"  demiş,  bir diğerine saksının altına koyduğu kağıt için  "evladım matbaadan çıkmış kağıtlar daha değerlidir, daha yüksek maliyetlidir, onun yerine başka bir şey  kullanın" demişti.. Hepimiz nelere dikkat ettiğini görüp şaşırmıştık. Koskoca patron ufacık bir kağıdı kolluyordu.. Bu öğütler bende yıllar boyunca alışkanlık haline gelmiştir.

Başka bir sefer de geldiğinde elinde bir maket vardı. Maketteki bina O'nun hayaliydi. Levent'teki fabrika yerine yapılacak olan Kanyon Alışveriş Merkezi'nin planı  üzerinde çalışılıyordu.  Seyyar küçük bir maketi getirmiş fikir paylaşıyordu.  İlaç şehir dışına taşınacaktı.. çok heyecanlıydı. 



İlaç Fabrikası yerine inşa edilen Kanyon'un bugünkü görünümü..




Nejat Eczacıbaşı  çalışanlar olarak hep hayranlığımızı kazanmış bir patrondu.  
Sağlığına çok dikkat eder, sabahları saat 5'te evinin havuzunda yüzer, öğlenleri odasında bir saat kestirir, sağlıklı beslenirdi.  Düşmesi kötü bir talihti.. 



Öldüğünde cenazesi Levent'teki Fabrikanın bahçesine getirildi. 


Ben de oradaydım.  İşçiler binanın pencerelerinden sarkmış, tabutunun üzerine pencerelerden karanfiller yağdırmışlardı.. 




Bu karanfilleri görünce ağlamıştım.. Cenazede Vehbi Koç'un da çok yaşlandığını, üzerindeki kazağı yardımcısının çıkarıp giydirdiğini görmüştüm..

Eczacıbaşı'nda  12 yıl çalıştım... 5  yıl ve katlarındaki kıdemi olan personel için kutlamalar yapılır, özel ikramiyeler verilirdi.  Benim 10. Yılımda yakama üzerinde Eczacıbaşı yazan altın rozetimi Şakir Eczacıbaşı  takmış ve tebrik etmişti. 


Şakir Eczacıbaşı ile 10. Yılımda





Sadece iş yapmıyordum..  Gözlemliyor, öğreniyor, sanatla, sporla ilgileniyor, hayatım boyunca taşıyacağım arkadaşlıklar ediniyor, Cumartesi günleri kitap okuyor, çizim yapıyor, her gün  saat 3'ten sonra geziyor, dolaşıyordum.. Eczacıbaşı yılları gençlikten olgunluğa doğru yola çıktığım yıllardı. 

Her şey gibi şirketler de değişiyordu.. 
Bu değişimin bir ucu da ister istemez çalışanlara dokunuyordu.. ??