1988-1995.. Erenköy'de oturduğumuz yıllar.. Yeniköy'de 7 yıl, Erenköy'deki 8 yıl birlikteliğimizin 15 yılını kapsıyor.. Az değil.. Hayata iki kişi başlamış, daha sonra Gürcan'da eklenerek 3 kişilik bir mücadeleye başlamıştık.. Birlikteydik ama hepimizin gittiği yön farklıydı.. Hepimiz burada oturmaya başladığımızda farklı hamlelere atılmıştık..
Gürcan İlkokul ve ortaokulu burada bitirdi..
Ben Üniversiteye geri döndüm ve burada otururken mezun oldum..
Hamit kendi işini kurmaya burada başladı..
Bunlar Erenköy yıllarının en önemli değişimleri.. ama farklı hikayeler de oluştu.. tekrar değişimlere yelken açtık.. onları daha sonra anlatırım.. Şimdi o yıllara bir bakalım..
Ben sabahları erken kalkıp işe gittiğimden hep Hamit ve Gürcan birlikte sabah kahvaltılarını yaptılar..
Gürcan sabahları babasını da uğurladıktan sonra evde tek başına kalırdı..

Bir gün öğretmeni aradı ve "Gürcan okula sabah erkenden geliyor. Okul bahçesinde oturuyor, yağmurda ıslanıyor...Tembih edin erken gelmesin" demişti..
Akşam evde Gürcan'a durumu söylediğimde "Ne yapayım evde canım sıkılıyor.. teneffüslerde arkadaşlarla maç yapıyoruz.. niye karışıyorlar" demişti..
Ve nasıl istiyorsa öyle gitmeye devam etti.. bizim hiç bir müdahalemiz ve kontrolümüz olmadı..
Bazı günlerde işyerimde telefonum çalar, Gürcan arar "Anne kravatım çözüldü..nasıl bağlayacağım? sen bana tarif et, ben yapayım" derdi..
Telefonun ucunda "sağ parçayı üste getir, şimdi alttan sağa al " diyerek 10-15 dakikalık bir tarif seansı sonunda "olmadı anne, yine çözüldü.." cevabı alınca "oğlum komşuya gitsene, Nezahat Teyzen bağlar" desem de gitmez, okula nasıl hazırlandıysa öyle giderdi..
Gürcan biz çalışırken hep evde yalnızdı. Yalnız kalmaya 6 yaşında başlamıştı. İlkokul 2nci sınıfta evin anahtarı boynuna bağlı olurdu. Önlüğünün içinde taşırdı. Okul çıkışı eve gelir, kapıyı kendi açar içeri girerdi.. Hasta olduğunda evde tek başına yatardı..
Bir gün komşular ; Gürcan'ın okuldan eve gelen arkadaşlarıyla pencereden su döktüklerini, gürültü yaptıklarını söylemişlerdi. Tembih edip "oğlum arkadaşlarını eve getirme" demiştim.. Ertesi gün kapının yanına sıralanmış tabureleri gördüm.. Gürcan bunlar niye burada? deyince "Anne sen arkadaşlarını eve alma dedin, ben de burada oturttum" demişti..
"Biz gelene kadar sokağa çıkma" dememe rağmen her seferinde sokağa futbol oynamaya çıkar, bana da kapının girişine bir not bırakmayı unutmazdı.
"Anne derslerimi yaptım.. Birinci soruda takıldım"... "Barış pencereden bakarken aşağıya gel dedi.. ben olmaz dedim.. top oynamayacağız dedi.. ben de ollleeeyy dedim.. bahçedeyim.. anahtar bende..... ceketimin düzgünlüğüne bak!... Derslerin kötü dedin, bugün sınav olduk.. İngilizce den 100 bekliyorum"..." notlarıyla benim kurallarımı yerle bir ediyor, aklına eseni yapıyor, durumu da yazılarıyla idare ediyordu..
Bu notlarla her zaman nerede olduğunu bildirmiş oluyor, altına imzasını atıyor, anahtar bilgisini de vermeyi unutmuyor, hatta bazen "istersen sen de gel" diyerek beni de davet ediyordu.. Hep böyle özgür devam etti..
O'nu akşamları bile yalnız başına bırakıp bir yerlere gidebiliyorduk. Yaşıtları olan arkadaşlarımızın çocukları yanlarında oluyor, bizimki evde olabiliyordu.. Herkes "nasıl bırakıyorsunuz?" diye şaşırıyordu.. Hiç endişe etmiyorduk..

Gürcan 7 yaşındayken okuluna gidip, sınıfa girmiş ve anahtarı Gürcan'dan almıştı.
Akşam yemek masasında Gürcan bize bir ders verdi. "Herkesin içinde benden anahtarı istediğin için bende anahtar olduğunu öğrendiler" demişti.. Şaşırmıştık.. Anahtara böylesine sahip çıkıyordu.. Anahtarını ne kaybettiğini bilirim ne de eve giremediğini.. Hep boynunda asılı tutardı ve onu hiç kaybetmedi..
Bazen de hasta olup evde yattığında kapının önüne not bırakırdı..
Bir gün işten geldim, paspasın üzerinde bir zarf.. Üzerinde "dışarda okuyunuz" yazıyordu.. Zarfı açtım, içine para koymuş.. "Babama bir hediye al" diye yazmıştı.. eve girmeden gidip alayım diye de kapıya koymuştu.. Gidip bir hediye almak yerine bu parayı ve notu yıllarca sakladım.. Biz O'na hediyeler alacağımıza O bize alıyordu :))
O yıllarda bilgisayarla yeni tanışıyorduk..
Ben de Eczacıbaşı'ndaki arkadaşlarımla birlikte bir bilgisayar almıştım. Bilgisayarın ana kasası masanın üzerinde dururdu.. sonra bunlar masanın altına konulmaya başladı, sonra da iyice küçüldü ve tek parça oldular..
O zamanlar Windows programı piyasaya çıkmamıştı.. MS DOS ile komutları bilgisayara kendimiz yazıyorduk. Öyle şimdiki gibi dosyaları Windows'taki gibi mause ile tutup oraya buraya çekiştirip taşımak yoktu.. Komut yazılması gerekiyordu.
CD'ler de yoktu.. Bunlar yerine disketler kullanıyorduk..
Gürcan'ın odasına yerleştirdiğimiz bu bilgisayarda o zamanlar çeşitli oyunlar oynardık.
Bunlardan en popüler olanları Prince of Persia , Tetris ve Sokoban dı..
Gürcan Prince of Percia'da level atlamak için günlerce uğraşırdı.. Benden daha ileri düzeyde bir hafizaya sahipti.. Yanlış yaptığında geri dönüp bir daha aynı hatayı yapmamak gerekirdi..
Gürcan bu hamleleri hatırlardı..
Şimdi düşünüyorum da ne faydalı oyunlardı. Şimdiki gibi balonları patlatınca puan toplanmaz, rastgele basılan sütunlardan aşağıya puan topları düşmez, aşama aşama ilerler, strateji belirler, bir yol seçer, son aşamaya gelinceye kadar sürekli mücadele ederdik.. Hatalardan ders çıkarmak beklenir, aynı hatalar tekrarlanmazdı..
Gürcan'ın oyunlara merakı böyle başladı.. Hala arkadaşlarıyla bir araya gelip Football Manager vb. oyunlar oynar.. Hatta bazen bize de oynatır.. Ben bir eğitim hazırlarken Gürcan'dan epey bu oyunun stratejisini dinlemişliğim vardır..
Oyunlarda kişilerin teknik, mental ve fiziksel özelliklerini, kişilik yapılarını, tecrübelerini, ekip üyesi olmaları gibi özelliklerini dikkate alıp kullanmaları ve bir takımın bütçesini yönetmelerini hayretle dinlemiştim.. Biz bunları şirketlerde yapıyorduk ama gençler şimdiden yönetime başlamışlardı :))
Oyunlarda kişilerin teknik, mental ve fiziksel özelliklerini, kişilik yapılarını, tecrübelerini, ekip üyesi olmaları gibi özelliklerini dikkate alıp kullanmaları ve bir takımın bütçesini yönetmelerini hayretle dinlemiştim.. Biz bunları şirketlerde yapıyorduk ama gençler şimdiden yönetime başlamışlardı :))
Biz daha Yeniköy'de oturuyorken Annemle Babam da İstanbul'dan ayrılma kararı verdiler.. 25 yıl boyunca oturdukları, kendi elleriyle, kıt kanaat inşaatını yaptırdıkları, içinde çocukluğumun geçtiği, gelinliğimle çıktığım Bayrampaşa'daki evimizi geride bırakıp kendilerine yeni bir hayat kurmak istediler..
Babam "ben emekliyim, niye yollardaki bu kalabalığı, bu trafik çirkinliğini, ensemden hapşıran adamları çekeyim" diyerek kararını verdi.. İstanbul'dan gidecekti..
Babam "ben emekliyim, niye yollardaki bu kalabalığı, bu trafik çirkinliğini, ensemden hapşıran adamları çekeyim" diyerek kararını verdi.. İstanbul'dan gidecekti..
Üç katlı evlerini içindeki eşyalarıyla birlikte satıp, her şeyi geride bıraktılar, sil baştan yeni bir hayat başlattılar ve Karamürsel'e yerleştiler..
Karamürsel'de yeni bir ev, yeni eşyalar, yeni komşular.. deniz kıyısı, çay bahçeleri..
Paçamızdan tutup bizi bırakmayan, aslında hayatımıza ait olmayan, ama değerler sistemimizde ön sıralarda yer alan eşyaları, binaları, sokakları bırakıp gitmek zordur..
Bunu başarabilmek özgürlüktür. Biz yaşamımız boyunca ailecek bir çok kez bırakıp gittik ve hiç bir şeyimizi kaybetmedik.. Dostluklarımızı hep birbirine ekledik..
Bunu başarabilmek özgürlüktür. Biz yaşamımız boyunca ailecek bir çok kez bırakıp gittik ve hiç bir şeyimizi kaybetmedik.. Dostluklarımızı hep birbirine ekledik..
Değişimden korkmak yerine onu çok sevdik.. Hatta aşırı sevdik :)) Yaşamın bize getireceği sürprizlere cesaretle atıldık.. Böylece hikayelerimizi çoğalttık.. Anlatacak çok şeyimiz oldu :))