Eczacıbaşı Ayazağa Köyün'deydi.. yolları da şimdiki gibi değildi maalesef. Şimdiki Maslak'tan giriş eskiden küçük bir yoldu. Bu yolun başında bir büfe ve taksi durağı vardı. Bazı günlerde servisi kaçırdığımda minibüsle Maslak'a gelir buradan taksiye binerdim. Tabii taksi bulabilirsem!!
Yeniköy'den Ayazağa
Ayazağa'nın yolları o kadar bozuk ve çamur içindeydi ki ; taksi sürücüleri "abla arabayı yeni yıkadım, oraya girersem batarım" der ve o yollara girmezlerdi. Yola girmek için de fazla para isterlerdi.
Çaresizlikle yoldan geçen araçlara el ederdim. Bu yoldan kamyon çok geçerdi. Özellikle kömür kamyonları olurdu. Bir çok kez bu kamyonlara binerek işe gitmişliğim vardır.
Hatta bir keresinde yine kömür kamyonuna binmiştim. (Kamyon yüksek olduğu için çok zor binerdim)..
Söforün üzerinde bir şalvar, boynunda bir poşu vardı. Şiveli konuşuyordu. Ben genellikle hemen çalıştığım yerden bahsederdim. Çünkü sabahın köründe (7'de işbaşı yapıyorum ya!) bu makyajlı kadının burada ne işi var? diye akıllarından geçirmeleri çok normaldi.. Kamyon şoforü bana "ablacım bizden sana zarar gelmez ama, kötü çoktur.. Kömür kamyonlarına binme" demişti..
Buna rağmen yıllarca hem Yeniköy'den hem de Erenköy'den servis kaçırdığımda hep otostop yapıp hiç tanımadığım insanların arabalarına binmişimdir. Şimdi düşündüğümde bunu şimdi olsa yapamam diyorum. İnsanlara olan güvenimin azalmış olması mı? yoksa gençlik cesareti mi? yoksa çaresizlik mi? bilmiyorum.. Şansım da karşıma hep iyi insanlar çıkardı..
Yollar gerçekten bozuktu, çamur içindeydi.. Bizim fabrikanın olduğu bölgede de başka hiç bir yerleşim ya da iş yeri yoktu. Issız bir bölgeydi.. bu yüzden servisi kaçırdığımızda başka çaremiz yoktu.. O zamanlar cep telefonları da olmadığından kim yolda? birazdan geçecek biri var mı? beni oradan alabilirler mi? hiç organize olamıyorduk..
Buna rağmen Yeniköy çok yakın olduğundan rahatça ulaşıyordum. Arabamız olmasına rağmen Hamit Gürcan'ı kreşe bıraktığından ve benim mesaim 7'de başladığından önce beni bırakıp devam edemiyorlardı. Ben onlar uyanmadan evden çoktan çıkmış oluyordum.. tabii arabayı da hiç ben alamıyordum..
Zaten tüm çalışma hayatım boyunca evden ilk çıkan hep ben olmuşumdur. Hatta sadece ben uyanırım ve herkesi uykuda bırakır, hava aydınlanmamışken işimin yolunu tutardım. Bu yüzden bizim evde işe gitmeden önce sabah kahvaltısını birlikte yapma fırsatımız hiç olmadı.
Evimizi Erenköy'e taşıdığımızda da bazı günlerde servise binmez Levent'te alışveriş yapar, akşamüstü Anadolu yakasına geçerdik..Bu durumda Yapı Kredi Plaza'nın önünden otostop yapardık. Hiç olmazsa iyi birilerine rastlama ihtimalimizi arttırırdık. Arkadaşım Esra çok korkar, arabaya binmeden bizi tembihlerdi.. "Sakın kolonya falan vermeye kalkarsa kullanmayın.. bir şey verirse yemeyin, içmeyin" derdi.. Bir keresinde bekle bekle kimse durmayınca, neredeyse kamyonete benzer bir araca binmiştik.
Yapı Kredi Plaza'ya mal getirmişti :))
Servis kaçırdığımı anlamak en kötü andı.. Bazı günler uyuyakalır, ya saat çalmaz, ya da çalar duymazdık.. Gençtik ne de olsa..

Erenköy'den Ayazağa'ya gitmek çok daha zor olurdu. Evimizden TEM otoyol çıkışına yürür, vızır vızır arabalar geçerken orada öylece dururdum. Karda kışta aynı yerde çok araba beklemişliğim vardır. Çoğu zaman Altunizade de oturan Üretim Müdürümüz Doğan Bey'e rastlar bir ohhhh çeker, rahatça işe gelirdim. Doğan Bey'i kaçırmışsam, başka arabalara binerdim..
Bir kış günü sabahı kalktığımda her yer bembeyazdı, fırtınayla karışık kar yağmaya devam ediyordu ve ben servisi kaçırmıştım. Cep telefonu henüz icat edilmediği için servisten kimseleri arayamıyordum :((
Yine her zamanki gibi evden TEM'e kadar zorlukla yürüdüm.. bekledim.. bekledim.. dondum.. bir araba geldi Levent'e gidiyormuş, "tamam oraya kadar gelirim" dedim.. Levent'te indim ve zorlukla Maslak'a kadar yürüdüm. Her yer karla kaplıydı.. Maslak'tan tekrar başka bir arabaya binip fabrikaya geldim.. Kapıda güvenlikteki arkadaşlara "günaydın" dedim... "Aaaaa Arda Hanım neden geldiniz? bugün tatil ilan edildi".. dediklerinde buz gibi olmuş ellerim yandı birden.. başımdan aşağı kaynar sular döküldü..
Servisin iptal edildiği, iş yerinin kapalı olduğu bilgisi bize hiç ulaşmazdı. :(( Bir gün önceden bir bilgi ve karar varsa paylaşılırdı. Bazen de ertesi gün için hava şartları kötü iş yeri kapalı olacak derlerdi ama ertesi gün hava çok iyi olurdu. Boş yere tatil yapmış olurduk. Şimdiki gibi sabah cep telefonlarına mesaj gelmezdi.. Cep telefonları henüz ortada yoktu..
İş yerimin servisini kaçırmak korkulu rüyamdı. Arabamız vardı ama ben çok nadir alırdım, hep sabahları Hamit Gürcan'ı okula bırakırdı. Araba yok, şimdiki gibi metrobüs yok, ulaşım imkanları çok kısıtlıydı.. Bu yüzden o zamanlar otostop daha çok kullanılan bir yardımlaşma şekliydi.. yadırganmazdı.. Şimdi bu durumu hayal bile edemiyorum..
Daha sonraları Gürcan ortaokula gittiğinde arabayı daha rahat alıyordum. İkimiz de arabasız işe gidip geliyorduk. Araba evimizin otoparkında kalıyordu. Bir gün Hamit öğlene yakın bana telefon etti. Hal hatır sorup şurdan burdan konuştuktan sonra "arabayı sen aldın sanırım, geç mi kaldın?" dedi.. "Yooo dedim.. "geç kalmadım.. ben servisle geldim!" "o zaman araba nerde?" .. "şaka yapma", "vallahi şaka yapmıyorum".. o zaman anladık arabamızın evimizin otoparkından çalındığını.. bir daha da bulunmadı..