Squibb'deki işimden ayrılınca önceliklerimizi yeniden düzenledik.
Gürcan annemin yanında kaldığı için ona uzak kalıyorduk. Evimizi değiştirmeyi hiç düşünmedik, Hamit ve ben yetiştiğimiz muhitlere geri dönmek yerine farklı bir çevre istiyorduk. Yoksa babamın "yanımıza gelin evladım.. 3 katlı evimiz var.. alt katta da siz oturun, bu çileyi çekmeyin" teklifi bizim için çok cazip olabilirdi. Bu gidiş gelişler bir yıl boyunca devam etti..
Ben işten ayrılınca da ilk işimiz Gürcan'ı yanımıza almak oldu.. Artık hafta içi gidip gelmeler, hafta sonu taşınmalar yoktu.. Yeniköy'de sahilde, Emirgan'da, İstinye'de, Tarabya'da, Sarıyer'deydik..
Gürcan Yeniköy'de sokakta çocuklarla
Hamit'in "artık sen çalışma, evde kal" teklifine pek sıcak bakmasam da "şimdilik evet, duruma göre bakarız" diyerek yaz planları yapmaya başladık.
Yine annem ve babamla Gümüşyaka'da bir çadır kampına yaz boyunca yerleştik. Çadır Hamit'in gençliğinde aldığı adam boyunda ama eskimiş bir çadır. O zamanlar Gümüşyaka'da pırıl pırıl bir deniz, incecik, tertemiz bir kumsal var. Bizim çadır da bu kumsalın üzerinde :)) Aksu Kamping'te ortak mutfak ve ortak banyolarımız var...
Babam arabaya oturabildi.. annemle ben otobüsle Gümüşyaka'ya gittik :)) Yataklar, çarşaflar, mutfak eşyaları, giyimler.. arabanın lastikleri ezik.. araba iyice aşağı inmiş durumda.. mahalledeki çocuklar "nereye taşınıyorsunuz?" diye soruyorlar :)) Hiç bir yere.. bir kaç ay sonra geri döneceğiz.
Öyle bir keyif yapıyoruz ki ;
Sabah kalkıp denize giriyor, yemekleri denize nazır yiyiyor, hep denizle iç içe yaşıyoruz. Gürcan'da yürümeye başlamıştı, sapsarı lüle lüle saçlarını ilk defa Gümüşyaka'da bir berbere kestirmiştik. Kafasını öne eğmiş ve hiç ses çıkarmadan traşın bitmesini beklemişti. Çoğu zaman berberlerde ağlayıp bağıran çocukları görünce bu anı hatırlarım.. Zaten Gürcan korkudan ağlayan bir çocuk olmadı hiç.. ya da istediklerini yaptırmak için ağladığını hiç görmedim. Zaten satın almak üzerine bir isteği olmaz, hiç bir şey için tutturmazdı.
Kampta da sabahtan akşama kadar kum, deniz ve güneşle 3 ay boyunca tatil yaptık. Bu orta halli tatil keyfi şimdilerin 5 yıldızlı ama bir haftalık tatilleriyle mukayese edilmez.. Yaz bitince çadırı sökersiniz.. Aidat, boya, sigorta, ev eşyası, elektrik parası, emlak vergisi yoktur.. Sadece keyfi vardır :)) O zamanlar bizim bütün tatillerimiz böyleydi.. bu yüzden çok alışıktık..
O yaz sanırım Temmuz gibiydi tam da biz öğlen uykusundayken yer sallanmaya başladı. Çadırdayız ve yerde bir sünger yatağın üzerinde yatıyoruz.. yer sallanıyor.. deprem oluyor.. merkezi Çanakkale..
Korkulacak bir şey yok zaten o zamanlar depremden korkmuyoruz.. Fakat depremden sonra bir sağanak yağmur ve fırtına başlıyor ki sormayın..
Çadırın direklerini babam tutuyor ben içeri su girmesin diye toparlıyorum... Etraftan çocuğu verin diye koşuşturuyorlar.. Gürcan'ı teslim ettik, yağmurla ve fırtınayla mücadele etmeye çalıştık.. Hava biraz durulduğunda elimizde yırtık bir çadır, ıslanmış eşyalar vardı. Her şey rezil gibiydi.. Yatacak yerimiz bile kalmamıştı. Çoğunun çadırına bir şey olmadı, sadece ıslandılar, eşyalar kurumaya dışarı çıkarıldı...o kadar...
Ancak bizim çadır zaten yıllardır güneşten yıpranmış, eskimiş.. yırtılıverdi.. Babam hemen konuyu ele aldı ve kampingte sıralı beton odalardan birini fark vererek kiraladı. Böylece çadırdan beton odaya transfer olduk. Eşyalarımızı kuruttuk, yeniden yerleştik.. ve yaz bitene kadar orada kaldık..
Hamit hafta sonları geliyordu. Bizimle 2-3 gün kalıp geri dönüyordu.. Yaz bittiğinde eşyaları tekrar taşıdık, evlerimize yerleştik.. Ben Yeniköy'de ev işleriyle uğraşıyor, Gürcan'la yürüyüşler yapıyor, hemen sahildeki parka gidiyordum. Dolaşırken video kasetçilerden şahane filmler alıyordum, akşam seyrediyorduk.
Gürcan çoktan yürümeye başlamıştı... evde çeşitli yaramazlıklarına devam ediyordu. Ben çamaşır asarken mandalları balkondan aşağıya atar, videonun içine teyp kasetlerini sokar, teybin bantlarını söker, evden kaçar.. :)) evet yanlış duymadınız..
Gürcan daha minicikken, uyku tulumunun içindeyken sabah kapıyı açıp sokağa kadar inmiş. Üstelik kucağında ayısıyla birlikte.. ağzında emzik, öylece kaldırıma oturmuş.. Sanırım Hamit'in peşinden çıkmış ama O'na yetişememiş.. yetişemeyince de kaldırıma öylece oturmuş.
Bizim ev sahibinin kızı da bakkala giderken Gürcan'ı görüp şaşırmış. Herhalde Arda'nın acil bir işi çıktı deyip Gürcan'ı kucakladığı gibi bir üst katımızdaki evlerine götürmüş. Bekle bekle gelen giden yok.. Bizim kapıyı çalmış.. Ben de uykulu gözlerimi ovuştura ovuştura kapıya çıkınca "Gürcan nerde?" dedi.. "içerde uyuyor" dedim.. "Bak bakalım" deyince bir de ne göreyim Gürcan yok...
Sonra birlikte üst kata çıktık.. Gürcan kucağında ayısı, üzerinde uyku tulumu, ağzında emziği, beni görünce nasıl güldü, nasıl kahkahalar attı anlatamam.. ağlamak falan yok yani.. O günden sonra bir de kapıya yüksek bir yere sürgü yaptırdık. Kapı koluna tutunup nasıl açtığını hiç anlayamadık..
Ama daha sonra bir keresinde kapı kapandı ve anahtarlarım içerde kalmıştı. Odamızın camında da demir parmaklıklar vardı. Demir parmaklıklardan kimse sığmıyordu.. Cam açıktı.. Daha yeni yürüyordu ama Gürcan'ı parmaklıktan içeri koyduk, "git oğlum kapıyı aç" dedik.. biraz uğraştık ama sonunda o odadan koridora oradan da kapıya gidip bize kapıyı açtı :)) Oleeeyyy.. benim akıllı oğlum..