Bugünlerde ülkemizin iş kazalarının diğer ülkelerle mukayese edildiği günler. Amerika'nın, İngiltere'nin 100 yıl önceki örnekleriyle bizim bugünümüz mukayeseye uyuyor. Yani biz 100 yıl geriden gidiyoruz.
Türkiye sermayenin insanı sömürdüğü bir cennet halini almış. Biraz önce Uğur Dündar Soma'daki maden işçileriyle konuştu. Neden istemedikleri oyları Sendika yöneticilerine verdiklerini? neden güvensiz çalışmaya seslerini çıkarmadıklarını konuştular..
Hepsi bankalara borçlular.. işe ihtiyaçları var ve işveren ne derse yapıyorlar. Kendilerini para kazanabilmek için tamamen teslim etmişler, tehlikeyi bile bile güvensiz çalışıyorlar.. Ne yapalım "para kazanmak zorundayız" diyorlar..
O zaman acaba bankalara neden borçlular? diye düşünüyorum.. Köyde yaşıyor ve 1500 lira kazanıyor.. Taksitle neler aldılar? neleri borçlandılar? oralardaki tüketim alışkanlıklarını, ihtiyaçlarını bilmiyorum. ama şehirleri biliyorum.. Biraz kendime ve etrafıma dönüyorum.. düşünüyorum..
Biz hayatımızın önceliklerini ve değerlerini satın alma üzerine kurmuşuz.
Ne kadar şey satın alıyorsak o kadar mutluyuz. O an mutluyuz..
En yeni cep telefonunu almak..hatta her yıl değiştirmek.. daha geniş bir evde oturmak, koltuk takımını yenilemek, otomatik makinalar almak, perdeleri değiştirmek, arabayı yenilemek, yazlık almak, dolapları büyütmek, çocuğunuzun pahalı eğitimini karşılamak, kapısında güvenlik ortasında havuzu olan sitelerin aidatlarını ödemek, ya da böyle bir ev hayali, yeni ayakkabılar, elbiseler, marka saatler almak için çalışıyoruz.
Tüm bunları ödeyebilmek için de çalışıyoruz. Hem de ağır şartlarda. Az gelişmiş toplumun ucuz iş gücü.. Hayatını mala mülke adamış olanlar.. Atalarının "mal sahibi mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi" sözünü unutanlar..
Patronlar iş yerlerinde yaklaşık olarak aynı şeyleri söylerler :
"İş bitmeden çıkmak yok"
"Mesai ücreti yok, işin tanımı böyle"
"Bitiremezsen evden devam et.. rahat çalış :)) "
"Kadro yok.. başka eleman alamayız"
"Ya yaparsın ya gidersin..sırada bekleyen çok..yapanı bulurum"
"Valla bu iş yetişecek.. bu tempo hep böyle olacak bu tempoya alışın"
"Karlılık gerekli, tasarruf gerekli.. kusura bakmayın bu yıl fazla zam yapamıyoruz"
"Tasarrufa gidiyoruz teşekkür ederiz.. size güle güle"
Tüm bu söylemler daha az insanla daha fazla iş yapabilmek için.
Peki niye tüm bunlara eyvallah ediyoruz? ayağımızı yorganımıza göre uzatmıyoruz. !! ihtiyaç mı? öncelik mi? borçlanmaya değer mi? niye bu kadar yük taşıyoruz? niye bu yükün altında başımızı eğiyoruz?
Aşağı yukarı herkesin borcu var. Her şeyi taksitle alıp bankalara borçlanıyoruz. "Sen yeter ki al".. sonra ödersin.. Ayağını yorganına göre uzat..ma.. ne gerek var.. yeni yorgan al.. hatta büyüklerinden al.. hatta atlas yorganlar al... ilerde lazım olur. 6 ayda, bir senede geri ödersin, acele etme..
Biz satın aldığımız kadar mutlu olmaya alıştık. Tasarruf falan hak getire.. elimize 5 kuruş geçse yeri hazırdır.. Neden bir kere yaşayacağımız bu hayatı "satın almak" yükü altında yaşıyoruz? neden azla yetinemiyoruz? neden sırtımızdaki yükü hafifletmiyoruz? Tamam mandıra filozofu olmayalım ama daha rahat bir hayat mümkün değil mi? Neden bu ağırlığı taşıyoruz? Neden hayatımızı mütevazi yapamıyoruz?
Hayatı doyasıya yaşamanın anlamını neden bulamıyoruz? sahip olduklarımız bizi mutlu etmeye yetiyor mu? tüm markaları üzerinde taşıyan kişi onları alabildi diye bizden daha mı mutlu? yazlık evi olan olmayandan daha mı mutlu? arabası olan olmayandan daha mı mutlu? büyük evi olan küçük evde oturandan daha mı mutlu? bu mu mutluluk?
Bu harika bir hayat.. daha ne istiyoruz ki? Son model televizyonlar, elimizde akıllı telefonlar, eşyalarımız, perdeler, dolaplar, giysiler.. İşte mutluluk bu !!
Dünya'nın en acımasız tüketim ekonomilerinden birini yaşıyoruz.. Avrupa'da bir kriz oldu. insanlar hemen kredi kartlarını bıraktılar. Herkes eski model arabalarıyla dolaşıyor. Bu kadar refah içinde olmalarına ve Devletin desteğine rağmen tedbirlerini hemen alıyorlar. Bizden daha mütevazi yaşıyorlar.
Bunlara sahip olmak için çalışıyoruz.. Her türlü çalışma koşuluna bunlar için katlanıyoruz.
Sırtımızdaki ağır yük başımızı eğiyor.
Dünya'nın en acımasız tüketim ekonomilerinden birini yaşıyoruz.. Avrupa'da bir kriz oldu. insanlar hemen kredi kartlarını bıraktılar. Herkes eski model arabalarıyla dolaşıyor. Bu kadar refah içinde olmalarına ve Devletin desteğine rağmen tedbirlerini hemen alıyorlar. Bizden daha mütevazi yaşıyorlar.
Tüm Dünya'nın gelişmiş ülkelerinde mesai saati "TIK" diye bitiyor. Herkes belli bir saat çalışıyor, sonra hayatına bakıyor. İş çıkışı denize giriyor, bisiklete biniyor, barlara, kafelere arkadaşlarıyla sohbete gidiyor, meydanlarda vakit geçiriyor, kırlarda koşuyor..
Biz ise ömrümüzü çalışmaya adayıp, kalan zamanımızı alışveriş merkezlerinde geçiriyoruz. Bizim alışveriş merkezlerimiz koca koca binalarda.. Böyle alışveriş merkezleri Dünyanın hiç bir yerinde yok. Ne şanslıyız !!
Böyle eğitiliyoruz, böyle pompalanıyoruz. Değerlerimiz böyle oluşuyor. Önceliklerimiz sürekli yer değiştiriyor. Biz tam istedikleri gibi olduk.. Harika bir tüketici ve harika bir pazarız.. önce cebimize para koyuyor, sonra geri topluyorlar..
Biz olmayan paramızı da harcadık.. Geleceğimizi bankalara borçlandık. . Çoğumuz önümüzdeki ay 5 ay önce aldıklarımızın taksitlerini ödeyeceğiz.. Bu yüzden sesimiz çıkmıyor. Bu yüzden para kazanmak için, işe ihtiyacımız var.. Büyük yorgan altındayız.. ayaklarımız sıcak.
Sorunlarımızı çözmek için konuşup tartışamıyoruz, sivil toplum örgütlerine üye değiliz, sendikamız yok.. Olsun.. Zaten çoğu işyeri çalışanının siyasi bir faaliyette olmasını istemiyor.
Internetten sanal alem.. söylenmeler, atışmalar, sanal oyunlar, sanal sohbetler.. sanal yas tutmalar.. harflerden yapılmış gülümsemeler, duygu durumunu belirten şekiller.. yeter..
İnsanca yaşam hakkımızı ve emeğimizin karşılığını sorgulayacak durumda değiliz..
Borcumuz var..