Yeniköy Yılları
1981-1988
Evlendiğimizde Yeniköy'de orta halli bir mahallede oturuyorduk.
Sekiz yıl boyunca bu evde yaşadık.
İlk yıllar tamamen tasarrufa odaklıydık. Para biriktirmek için değil, geçinebilmek için..
Salondaki gaz sobasını işten gelince sadece akşamları yakıyor, çamaşırları sobanın bacasında kurutuyorduk. Sadece bir odamız ısınıyordu. Yatak odaları soğuk oluyordu. Zaten oturduğumuz odada da gaz sobası sönünce oda hemen soğuyordu.
Ben Suquibb İlaç Fabrikasında çalışıyordum.
Hamit'te evlendikten kısa süre sonra iş değişikliği ile Kelebek Mobilya'dan Banat Fırça'ya Muhasebe Departmanına geçmişti. Satıştan muhasebeye ilk geçişiydi. Hem evlilik hem de iş hayatında her ikimizde büyük değişimler yaşıyorduk.
Hamit'in bekarken girdiği Erenköy'deki kooperatife taksit ödüyorduk, kiradaydık.. Üstelik evlendikten 10 ay sonra Gürcan doğmuştu.. Babam haberi duyunca "ne aceleniz vardi kızım, biraz evliliğinizi yaşasaydınız" demişti de çok üzülmüştüm.. Evlenirken çocukla ilgili en küçük bir fikrimiz yoktu.. Hayat bizi sürüklüyordu.. Önüne geçmek için, kontrol edebilmek için var gücümüzle çalışıyorduk.
Gürcan'ın Doğmasına 3 ay kala
O zamanlar doğum izinleri doğumdan önce 45 gün doğumdan sonra 45 gün olarak kullanılırdı. Doğumdan önce doktorlar mümkün olduğunca geç izne çıkarırlardı. Daha vaktin var derler, doğum öncesi iznini bir-iki hafta kullandırırlardı, kullanılmayan kısım yanardı, doğum sonrası iznine ilave edilmezdi. Böylece SSK çalışana az para ödemiş olurdu :((
İzne ayrıldıktan sonra annem beni yanına almış ve doğumu beklemeye başlamıştık. O zamanlar bebek için hazırlıklar şimdiki gibi değildi. Zıbınlar, kundaklar, alt bezleri vardı. Amerikan bezinden onlarca bez hazırlanır, naylon külotlarla desteklenirdi. Kundak dönemiydi.
Birkaç zıbın, kundak ve tulumla hazırlık tamamlanmıştı. Birçok şeyini elde dikmiştik. Bebekler için ürün satan mağazalar ve ürün çeşidi çok kısıtlıydı..
Anneme yakın bir yerde Çapa'da doğum yapabilmek için oranın hastası olmalıydım. Tahlilllerim sırasında benimle ilgilenen doktor doğumun tarihini tahmin etmiş, eğer nöbetim olmazsa doğumuna da ben girerim demişti. Doktorların hepsi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi mezunu genç doktorlardı.

Ben sabah hastaneye gittiğimde başka doktorlar vardı. Zeki Bey'i sordum.. "yok dediler, gece nöbeti vardı, bugün yok"... Çok üzüldüm..
1-2 saat içinde Zeki Bey yanıma geldi :)) Duydum doğuma gelmişsin.. bırakmam.. ben de doğuma gireceğim deyince iki doktorum oldu. O sırada nöbette olan doktor da bırakıp gitmedi, sorumluluk ondaydı..
Yanımda hep sohbet ettiler.. cinsiyeti ne olacak? o zamanlar çocuğun cinsiyeti bilinmez ancak doğumda öğrenilirdi. Ultrason gibi cihazlar yoktu. İki gencecik doktor iddialara girdiler.. kız olacak, erkek olacak.. diye.. adı ne olacak? "Zeki" olacak dedi doktorum.. Olmadı tabii.. ismi hazırdı..
Daha önce kahvaltı ederken gazetede futbolcu, basketbolcu takım isimlerine bakıyorduk.. en fazla erkek ismi gazetenin spor sayfalarındaydı.. Gürcan'ı böyle seçmiştik.. Kız olursa Zeynep olacaktı.
1982'den bu yana 32 yıl geçmiş.. Şimdi internetten doktorumu buldum.. Konya'da Başhekimlik yapmış.. Şimdilerde Gebze'deymiş.. Zeki Sayman Bey'in yaklaşımını, ilgisini, yakınlığını, özverisini hiç unutmadım..
Doğumdan sonra Çapa'nın koğuş stilindeki odalarında 15-20 yeni doğum yapan kadın ile birlikte yan yana yataklarda yatıyorduk..
Gürcan 3 kilo 100 gram ağırlığında, 51 santim boyunda doğdu. Aman yarabbim ne küçüktü.. ilk yanıma yatırdıklarında gerçekten inanması zordu.. bu oyuncak benimdi.. hastanede başımda bekleyen kimsem yoktu.. Ziyaret gününü bekleyeceklerdi.. kimse içeri alınmıyordu. Şimdiki gibi çocuklar annelerin yanında yatmıyordu, bakım için uzun süre götürülüyor, özel bebek odalarında yatıyorlardı. Ancak camekandan görülebiliyordu.. Şimdilerde bebeklerin kendini toparlayamamış annenin sürekli yanında olmasını, bu yeni dünyaya alışmaya çalışan miniklerin ziyaretçi kalabalığı altında tutulmalarını anlayamıyorum.
Ziyaret gününü bekleyene kadar hastabakıcı ile Hamit'e notlar gönderiyor, her akşam iş çıkışı hastane bahçesine gelip bize merakla ve özlemle bakan Hamit'e Gürcan'ı pencereden gösteriyordum.. O zamanlar şimdiki gibi ertesi gün taburcu olmuyor 3-4 gün hastanede kalıyorduk..
Doğumdan sonra işe başlayana kadar annemde kaldık. 45 gün sonra da işe başladım. Yani 1,5 ay.. sadece bu kadar.. Şimdiki gibi izin süresinin sonuna eklenen yıllık izinler, ücretsiz izinler falan yoktu..
İşyerimde doğumdan sonra işe başladığımda bana sunulan hediyeyi ve hazırladıkları kartı 32 yıldır saklıyorum..:))
Abim ben evlendikten bir hafta sonra evlenmişti. Evden peş peşe çıkmıştık.. Çocuklarımız da peşpeşe oldu.. Aileye birden bire 2 torun girmişti.. Gürcan ve Özgür..
Meliha da Eczacı olduğu için annem haftada birkaç gün hem Özgür'e hem de Gürcan'a birlikte bakıyordu.. İkiz çocuk bakar gibiydi.. Zor günlerdi..
Özgür ve Gürcan 2 yaşında Avşa'da..
O zamanlar Levent'teki Squibb fabrikasının bahçesinden karşıya Eczacıbaşı'na bakar imrenirdim.. Orada kreş vardı.. Bizim sayımız azdı, orada daha fazla kadın çalışıyordu.. Kadınlar sabahları çocuklarını kucaklarına alır, fabrikanın bahçesindeki kreşe getirirlerdi. Süt izinlerinde, öğle tatillerinde hep çocuklarının yanında olurlar, çocukların tüm masrafları, mamalar, bezler Eczacıbaşı tarafından karşılanırdı. Akşam olunca servislerle evlerine giderlerdi. İmrenirdim..
Gürcan doğduktan sonra 1 yıl annem baktı.. . Ben çalışıyordum.. Annem bende kalacak koşullar olmadığı için kendi evinde bakıyordu. Her hafta sonu Bayrampaşa'dan Yeniköy'e otobüslerle Gürcan'ı ve eşyalarını elimizde taşıyor, Pazar geceleri yine Bayrampaşa'ya anneme teslim ediyorduk. Bu geliş gidişlerde otobüslerde tıklım tıkış ter içinde kalıyor, Gürcan her geliş gidişte hasta oluyordu. Annem de "bakamayacaksanız götürmeyin" diyordu.. Ne zor günlerdi.. Ulaşım da çok zor olduğu için bir kaç vasıta değiştirip gidebiliyorduk. Bazen de biz Bayrampaşa'da kalıyorduk. Ya da sadece ben gidiyordum.. Öyle zor bir üçgendeydik ki ... Annem Bayrampaşa'da ben Yeniköy'de, işim Levent'te..
Gürcan 1 yaşında..
O zamanlar bu ayrılıklar için işyerimde çalışırken duygularımı küçük bir kağıda şu satırlarla yazmışım..
Canım benim Gürcan'ım Canım benim Gürcan'ım
Sevgi selim.. Gözlerimin sevinci
Ayrılıkların en zoru Birtanecik güzelim..
Bizimki Canım benim.. Duyguların en yücesi
Bizimki canım benim..
Araba hayatımızı kolaylaştırmıştı..

Aldığımız arabayı Hamit sürekli bir yerlere çarpıyor, neredeyse ayda bir tamirciye gidip kaporta boyanıyordu. O zamanlar arabalar paslanır, evler gibi sürekli oto boyacılarında boyanırdı. Renkleri değişirdi.. Bizimki sarıydı..
Ben de acele ehliyet almalıydım.. arabayı bir kaç kez kullanarak öğrendim ve ehliyetimi aldım.
O zamanlar ehliyet almak için arabaya trafik polisleri oturur, talimat verirlerdi.. "Şimdi trafiğe çıkın".. (Maslak'ta olurdu).. O sırada sinyal vermezseniz yandınız.. ehliyet başka sefere kalırdı... Ya da trafikte giderken "bas bas gaza bas hızlan, üçe tak, dörde tak.." derlerdi.. sonra da "niye bastın? bak burada hız sınırı var" diyerek "başka sefere yine denersin, daha çok çalış" deyip vermezlerdi. Çok zordu.. Yine de ilk sınavda ehliyetimi almanın gururunu yaşamıştım.. hatta Hamit beni ve arabayı almaya gelecekti ne de olsa ehliyetim henüz elimde değildi.. ama ben o ehliyeti almanın heyecanıyla arabaya atladığım gibi Hamit'i beklemeden işyerime kadar arabayla gitmiştim..
Yeniköy o zamanlar çok yokluk yeriydi. Oturduğumuz mahalle yüksekte olduğundan hep sular kesilir 1-2 gün gelmediği olurdu. Sususuzluk çok zordu. O zamanlar su kesintileri doğaldı. Evde hep bidonlara, kovalara su doldurur kesintiye hazırlıklı olurduk. Mutfakta, banyoda ayrı su stokları bulunurdu. Elimizi musluğa atar, fısssssss.. sesini çok duyardık.. musluktan genellikle hava gelirdi..
Yine bu sıralarda su kesildiği bir gün musluklardan birini açık unutmuşuz. Su kesikken musluk açık kalmış, gece de sular gelmiş.. Sabah kalktığımızda tüm ev su içindeydi. Hemen suyu giderlerden kendimiz akıttık.. Yerler tahta parke.. üzerine basınca cılk cılk su çıkıyordu.. Suyu çekebildiğimiz kadar sildik.. Hemen bir şey olmamış gibi giyinip işe gittik :)) Parkeler suyu çekmişti. Çekince de hepsi şişti.. Bizim salon engebeli bir araziye benzedi :)) Kapı kapanmıyor, koltuklar üzerinde dengesiz duruyor, sallanıyordu..
Gelen parkeci yüksek bir fiyat biçince o yoklukta inmesini beklemekten başka çaremiz kalmamıştı.. Parkeci hava sıcaklığına göre birkaç ayda iner demişti.. Biz sabırla o yazı parkelerin yavaş yavaş kuruyup inmesini bekleyerek geçirmiştik. Hepsi indikten sonra sadece bir parke parçası yerine oturmamış, onu da çıkarmış, halının altına saklamıştık.
Taakii ev sahibimiz halıyı kaldırana kadar :)) Nasıl yani? dediğinizi duyar gibiyim.. Bizim ev sahibi biraz antikaydı.. Biz tatildeyken kendisindeki yedek anahtarla eve girip pencereleri yağlı boya yapmış.. Bizim haberimiz yok.. Tabii halı kirlenmesin diye katlamış.. Bir de ne görsün parke eksik.. Biz dönünce ondan hesap soracağımıza O bizden hesap sormuştu.. Bu kiracılık günleri bizim ev sahibi olmamızda bizi çok tetiklemişti..Bir an önce bu evden kurtulmak istiyorduk.. ama 8 yıl oturduk.. öyle kolay olmadı..
Bir deftere ne harcadıysak yazıyorduk. Geleceğimize yatırım yapmak için bütçe oluşturmamız şarttı. Hamit işe giderken arabayı kullanıyor ama mahalleden tanıdık birkaç kişiyi de ücret karşılığında Şişli'ye taşıyordu. Kooperatif evinde sürekli sorunlar çıkıyor, tamamlanması uzuyordu. Sonunda müteahhit firma inşaattan çekilip kooperatife devretmişti. Hamit Yönetime girdi ve işi hızlandırdı.
Benimse işim iyi gitmiyordu. Squibb İlaç Fabrikası kapatılıp Fako İlaçlarına devroluyordu. Ben buradan emekli olurum dediğim işyerim kapanıyordu. Yöneticilerim bir bir işten ayrılıyordu..
Şimdi düşündüğümde en zorlu günleri o ilk yıllarda atlattığımızı görüyorum.. Sanki hayatımızı kurmak, kendimize iyi bir hayat oluşturmak için sınırlarımızı zorluyorduk, hala değişiyor gelişiyorduk.
Henüz ben 22 yaşındaydım Hamit 32. Gürcan ise hayatımıza yeni doğmuştu....
Bundan sonra 3 kişi birlikte mücadele edecektik..
Yeniköy'deki evimizin balkonunda 32 yıl önce..