Sydney



Yeni Zelanda Sydney arası 3,5 saat..  Kolayca ulaşıyoruz. Türkiye'den gitmeye kalksaydık Cumartesi günü uçağa binin Pazartesi günü inin.. Direkt uçuş da yok.. ordan oraya yani..  20 saatten fazla sürüyor..

Sydney hep uzak olduğu için merak edilen, çok adını duyduğumuz, Olimpiyatlarda hayranlıkla izlediğimiz , opera binasıyla kendisini Dünyaya tanıtan şehir.. Sürekli göçmen  aldığını bildiğimiz, Türkiye'den de bir çok kişinin göçmen olarak gittiği uzaklar ülkesi..

Daha hava alanında bizi büyülemeye başlıyor..  Hava alanından şehir merkezine  koca koca haritalarla tren ilanlarını astıklarını görünce çok seviniyoruz.  Gideceğiniz istasyona göre bilet alıyorsunuz, fiyatlar değişiyor.. Hava alanından trene binmek her zaman daha hesaplı, taksiler çok pahalı oluyor. Bizim istasyon kişi başı 17 Dolar. (Burada da US Dolar kuruna yakın Avustralya Doları var)..

İstasyonda beklerken iki katlı bir tren geliyor, içi tertemiz. Her durakta durağın adı söylenirken "çöplerinizi yanınıza almayı unutmayın"  anonsları yapılıyor.  Hava 30 derece ama tren klimalı buzzzz gibi..  Yer altından gidiyor.. bazen üstüne çıkıyor.. o zaman merakla etrafa bakınıyoruz..

Otelimiz San Martin Palace'da..  Meydanı bulduk ama kapı nerede?  kocaman tarihi bir bina,. Burası eski postane binası, otel de içindeymiş.  Yeniyle eski iç içe geçmiş.  Önü tarihi bina, içinde kocaman bir boşluk alan, lobi, arkada odalar.  Bu eski binaya bitişik bir gökdelenle bütünleşmiş ama hiç anlaşılmıyor.




Bina labirent gibi.. Üst geçitlerle iki bina birbirine bağlanıyor. İnsana vayy be dedirten cinsten..  3 ve 6. katlarda geçit var. Otelin bazı bölümleri eski postane binasında.. Merdivenleri demirden.. duvarlar kocaman tuğlalardan.  Oradan otele bakınca koca binanın sağı otel, solu işyeri ofis.. Binanın her tarafı başka bir fonksiyonda..



Sydney merkezde eski ve tarihi bina çok. Bu binalarla gökdelenler yan yana , iç içe geçmiş.. Ama bu yanyanalık hiç kötü durmuyor, eskinin sihirli güzelliği bozulmuyor.

Kaldırımlardan yukarı bakıp binayı göremezsiniz. Hepsinin birinci kattan caddeye doğru uzanan sundurmaları var.  Bu Yeni Zellanda da da böyleydi. Ama orada sundurmalar şehri karanlık yapmıştı sanki.. Işıltısı kaybolmustu.. Burada ise aksine ışıklarla pırıl pırıl donanmıs.. Bu sundurmalar hem güneşten hem yağmurdan koruyor, altında rahatça dolaşıyorsunuz.

Caddeler kocaman, şehir bizi hemen sarıveriyor..  Caddeler dümdüz.. New York, Manhattan'daki gibi ızgara modeli..  derli toplu, dağınık değil.. her yere yürüyerek ulaşılabiliyor.  Yani bizim için öyle.  Şehrin bu merkezinde dolaşan bir ücretsiz otobüs yapmışlar  ;  yürümek istemezseniz binin, ilerde inin..  Biz son gün bindik, bakalım görmediğimiz yer kalmış mı diye.. ı-ıhhh.. hep gittiğimiz yerler. Aferim bize iyi yürümüşüz.




Caddelerde hem gidiş hem geliş şeridi var. Arada refuj, beton, çiçek falan yok, sadece bir çizgi var. Yayalar karşıya geçerken iki tarafı birden kontrol ediyorlar. Karşıya geçecekseniz direkteki düğmeye basıp bekliyorsunuz. Çoğu ülkede yayalar konusunda esneklik var.  Kırmızı bile yansa durum kontrol edilip geçiliyor.

Caddeler boyunca çok güzel, pırıl pırıl, ışıl ışıl dükkanlar, alışveriş merkezleri var. O kadar alışveriş merkezi var ki !   Hiç biri de kapısından bakınca büyüklüğü belli olmuyor. Dışı tarihi bina içine giriyorsunuz devasa.. gerçi bizimkilerde devasa ama böyle bir ruh yok.





Şu ortadaki kule gibi olan sütun aslında saat. Evet gördünüz o bildiğimiz saat değil. Her katmanı ayrı bir hikayeyi ve zaman dilimini gösterip ayrı ayrı dönüyorlar. Yukarıdan izlemeye doyulmuyor, şahane.







Buradaki inşaat mimarisi gerçekten çok değişik. Buralarda her yeri genellikle labirent gibi tasarlamışlar. Üstten giden merdivenler, alttan çapraz geçen merdivenler, koridorlar,  yolun üstünden karşı binaya geçen köprüler.. Bir  tanesinde içeri girdik, başka caddeden çıktık  :)  Hepsi kocaman.. gez gez bitiremezsiniz..  Çok eski tarihi yapıda olanları da var. Bu binalar gerçekten bir müze gibi.. çok iyi korunmuş.. çok iyi yenilenmiş..






Her yerde Queen Victoria anısı var.. Burada da karşımıza İngilizler çıkıyor ;)) Trafik yine İlgiltere gibi sağdan akıyor, direksiyonlar terste.. Herkes İngilizce konuşuyor.. Küçük çocuklar, kadınlar sarışın.. tipler çok düzgün.. nesil çok güzel.. bunun yanında uzak doğulular da çok, etraf çekik gözlü dolu.. zenci neredeyse hiç yok..

Öğrencilere bakar mısınız. Kıyafetler şahane, çok asiller.




Bir tarihi binanın önünde gösteri var. Erkekler parti kıyafetleriyle süslenmişler alanda toplanmışlar. Bunlar buranın gey leri.. Avustralya kendi cinsiyle ilişkiyi resmen tanıyan bir ülke..  Bu yüzden sokaklarda dolaşırken  enteresan giyinmiş tiplerle karşılaşmak mümkün..az da olsalar özgürce dolaşıyorlar..


Yanında kız arkadaşı olduğu halde sırtına kelebek kanatları takmış, pür makyajlı çok güzel bir erkek birlikte yürüyorlar.. ya da bir erkek kozmetik mağazasında kendisine makyaj yaptırıyor, ya da takma kirpik taktırıyor.. bazılarında tırnaklar uzun.. hele bir bankanın gey ler için ATM yaptığını görünce çok şaşırdım.. tüylerle kaplı, süslü püslü...




Sydney opera binasıyla ünlü. Limandaki bu bina bir geometri harikası..  bu limanda neler var?  Opera binasının dışı bir seyirlik alan.. kafeler, oturma yerleri.. tam karşısında limana yanaşmış bir Qeen Elizabeth ya da Qeen Victoria Cruise Gemisi.. ortada karşı kıyılara, adalara giden gemiler..



Bu gemilerin karşısında Sydney'in ilk yerleşim yeri.. Binaların ve sokakların mimarisinde değişiklik yapılmadan korunmuş.. Hepsi birer dükkan haline gelmiş, gemilerin yanaştığı bölge olduğu için ziyaretçisi bol..

1700'lerde yine Kaptan James Cook'un buraları İngiltere yönetimine bağlamasıyla İngiliz askerleri yerleşmis..  James Cook'un önerisiyle Britanya'dan kalabalık hapishanelerden 759 mahkumun  getirildiği bir yer olmuş..  ama Avustralya bu geçmişinden  sonra   dünyaca ünlü kültür ve sanat  ülkesi olmayı başarmış..




Buranın  ilk yerlileri Aborijinler... İngilizler buradaki yerlileri yerlerinden etmiş, çocuklarını alıp yetiştirerek asimile etmişler.. ya da salgın hastalıkardan telef olmuşlar, nesilleri tükenmiş..

Önce İngiltere den, Avrupa'dan daha sonraları Asya ve Uzakdoğu'dan da göç almış, göçmen toplamış..  Şu anda  Pasifik- Asya çoğunluğu  var..  Dünya'nın her yerinden gelen kişilerle bir ülke kurmuş..

Şu anda Avustralya'da 100 farklı etnik grup yaşamakta..  Bu nedenle çok kültürlü bir ortam var.. hepsinin lokantaları, mahalleleri var..  Avustralya dünyanın en uyumlu çok kültürlü toplumlarının başında geliyormuş...  Ne zor değil mi bunu yaratmak..

Bu ülkede göçmenlerle yaşamak hayatın doğal bir düzeni..  Bundan dolayı  Avustralya dünyanın  çok kültürlü ülkeler arasında, ırk  ayrımcılığının en az hissedildiği ülkesiymiş. Daha bitmedi...

Sydney ve Melbourne  şehirleri güvenlik, sosyal uyum, insan hakları, gündelik yaşam giderleri ve çevreye duyarlılık kriterleri açısından son yıllarda sürekli olarak dünyanın ilk 10 şehri arasında yer alıyormus..

Deniliyor ki ;

Hangi din, dil, ırk ve cinsiyetten olursanız olun, insanca, özgürce ve uyum içerisinde yaşayabilmek için gerekli olan her şey Avustralya’da mevcuttur. Aynı cinslerin beraberliğini resmi olarak tanıyan ülkelerin başında gelen Avustralya, insanların insanca yaşaması için gerekli asgari kuralları yerinde ve dengeli bir şekilde kullanan dünyadaki ender ülkelerden.

İçiniz gitti değil mi.?  ahh keşke hep burada yaşasaydık, keşke daha önceleri göcüp gelseydik.. Aaaa nereye? dediğinizi duyar gibiyim, vatanımızı bırakıp nereye?... Dünya vatan kavramını bu göçlerle çoktan atlatmış..  Ordan, burdan,  dünya'nın her yerinden gelip harikalar yaratmışlar..  Dünyayı vatanları bellemişler..  vayyy vayyyy....  insan kahroluyor... bu ülkeyi hiç bırakmak istemiyorsunuz..

Hele Darling Harbour limanını...  Demin bahsettiğim Opera binasının bulunduğu limanın arkasında bir koy daha var. Burası bir dinlence ve eğlence merkezi.. Deniz bir girintiyle liman oluşturmuş.



Kıyılarında lokantalar, barlar, oturma alanları, gemiler, yatlar..  Şehirdeki caddelerden dümdüz ilerleyin sola giderseniz geniş parklara ve opera binasına, sağa giderseniz Darling Harbour'a ulaşıyorsunuz.




Buralarda da havadan geçen otoyollar var.. Hatta Darling Harbour'un üzerinden geçiyor, ama hiç sakil değil, göze batmıyor.. buralarda şunu gördüm ki, ulasım birinci planda önde..  insana konfor sağlamak için her seyi  yapmışlar. Trafik bir dakika tıkanmıyor..  Otoyol iki katlı birinden  tren gidiyor.  Yayalar için ayrı köprüler ve geçiş alanları var.. hepsi geniş geniş.. hepsinde yürüyen merdivenler.. akşam yemeğinizi yiyip bir iki cadde sonraki otelinize yürüyerek gidiyorsunuz..

Darling Harbour'da bir deniz müzesi var.  Denizcilik İngilizlerin işi..  Bu yüzden deniz konusunda çok müzeleri var. İlk kez  İngiltere Liverpool limanındaki deniz müzesini gezmiş müzecilik nedir ilk burada farkına varmıştım.   İngilizlerin deniz konusundaki uzmanlıklarını da hem bu deniz müzesinden hem de okuduğum  Charles Darwin'in hayat hikayesinden öğrenmiştim.

Şimdi de Kaptan James Cook'un güzergahını izleyerek İngilizlerin Dünyada fethettiği ülkeleri görüyorum :)




Sydney Deniz müzesinde limanda demirli denizaltılar, gemiler, motorlar ve keşif gemileri var..  Dışarda tam da bu limana bakan kocaman  enine  upuzuuunn bir duvar.. Duvarda binlerce kişinin ismi var.. Tepesinde bir yazı... WELCOME WALL..






Avustralya'da tarihin en büyük göçlerinden biri gerçekleşmiş ve 6 milyon kişi vatanlarını bırakıp buraya gelmiş... bu duvar onların onur duvarı..  çünkü bugünkü Avustralya onlar sayesinde bugününe ulaşmış.

Dünyanın her yerinden gelen bu insanların isimleri bronz plaklar üzerine kazınmış, isimlerinin yanında nereden geldikleri, ülkeleri yazıyor.. Avustralya'da aileler kurmuşlar, burada yaşamaya başlamışlar..

Çeşitli hayal kırıklıkları, yoksulluklar, yabancılıklar çekmişler.. Ailelerinden ayrı düşmüşler.. hepsinin farklı hikayeleri var. Bazı hikayelerden alıntıları da aralara yazmıslar.. Kimi  " Eğer Avustralya burasıysa ben hemen geri dönmek istiyorum" derken kimi çektiği sıkıntıları, kimi yalnızlığını, kimi nasıl derdini anlatacağı hiç kimsesi olmadığını, dil olarak hiç bir ortak yanı olmadığını, herkesin farklı bir dil konuştuğunu söylemiş. Bu duvar çok acıklı.. göç eden ilk neslin çektiği sıkıntıları anlatıyor..

Onların isimlerini bu limana kazıyarak, onlarla gurur duyuyor ve iyi ki geldiniz .. diyor..   binlerce kişinin isimleri içinde hemen birkaç Türk Vatandaşını da buluyoruz, aile olarak gelenler ayrıca  belirtiliyor..  Dünyanın bir ucu...   Bir hikayede şöyle diyor..  " Gemiden limana indim.. bekledim,  bekledim,  bekledim... ağladım, ağladım....  hiç kimse beni karşılamadı".


İşte o ilk göç edenlerin torunları  :)






Avustralya böyle bir ülke...  Dünyanın en zengin ekonomilerinden birini döndürüyorlar.. Dünyada yaşanacak en önde gelen 10 şehire Avustralya damgasını vurmus.. Ilk 10 içinde 5 sehri var..

Bir duvar ancak bu kadar anlatabilir ve onurlandırabilir....  New York'ta da 9/11 anısına ikiz kulelerde ölenlerin isimleri  temsili anıt  kenarına kazınmıştı... ama bu başka. Bu bir savaş ya da terör anıtı değil.  Bu gerçekten onur duvarı... Ülkenin geldiği duruma bakınca gurur duyuyorsunuz.. sanki bizim babalarımız yapmış gibi..

Bu gezintiden sonra Darling Harbour'da boydan boya geziyoruz. Hava kararıyor.. Işıklar sulara dökülmeye  başlıyor.. günlerden Pazar.. bir gemi var lokanta, kıyıya demirlemiş, ışık içinde.. karşıda Imax Sinema salonu..





Dünyanın en büyük ekranlı sineması... Turistler için özel gösterimler yapıyorlar. Ne akıllılar bakın.. bir turist dünyanın en büyük sinema ekranını görmek için 2 saat film seyreder mi?  gün biter.. bu yüzden kısa film gösterimleri, belgeseller yapmışlar. Bunlar 3 boyutlu.. Vizyondaki filmlere gitmek istemezseniz kısa filmlere giriyorsunuz.. Harika.. müze gibi kullanıyorlar yani.. giriş kişi başı 22 Dolar, normal filmler 36 Dolar. Turizm böyle akıl isteyen bir şey...

Limanın kenarında birbirinden güzel yemek yeme yerleri.. her yer dolu. güzel güzel insanlar var, her yer tertemiz.. her şey dengeli...  Bira, tavuk kanat, patates kızartma... ışıl ışıl deniz...  bir yandan çalan müzik ve salsa dersi alan insanlar...  geniş bir yürüyüş alanı, kenarda oturmak için küçük tahta tribünler.. Karşıda ışıkları yanan gökdelenler, limanın ortasından geçen ışıl ışıl bir  demir köprü..




Bak bak bak.... doymuyor insan .... huzurlu...  garson buyrun derken çömelip masamızın boyuna iniyor, gencecik bir oğlan, gülümsüyor.. sarışın... sevimli.. güleryüzlü, canayakın..  gösterdiği ilgi ve sıcaklıkla bizi çok şaşırtıyor. Orada harika vakit geçiriyoruz.

Şu anda Darling Harbour'dakı eski fuar merkezini  koca vinçlerle yıkıyorlar, eskimiş.. Yerine ne mi yapıyorlar?

680 Metre uzunluğunda bir bulvar,  bir mükemmel fuar merkezi..
Kırkın üzerinde toplantı odası,
8.000 kişilik halı kaplı eğlence salonu,
Sydney'in en büyük 2.000 kişilik balo salonu,
12.000 kişilik kongre merkezi..

Ne diyeceğimi şaşırmış durumdayım..  2016'da bitirmeyi planlıyorlar. Bütün bu bilgileri inşaatın dışına koca afişle yazmışlar, burada ne yapılıyor ve bu yapının Avustralya'ya yıllık getirisi ne olacak, ülke ne kazanacak görüyorsunuz..

Yanına iliştirmişler..  "Siz de bizimle  bu projede çalışabilirsiniz"  bizi arayın demişler..
Ben anlat anlat bitiremem sanırım.

;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;


Yazımı güncellerken 2018 den geriye dönüp baktım. Acaba bitirdiler mi diye ??
Bir video buldum ve çok heyecanlandım.  Tamamlamışlar :)

"Show Time"   diyerek açılış yapmışlar.  Zaten bu video bile farkı anlatmaya yeter.
Tek kelimeyle şahane..

Haydi seyredelim.. Videoya tıklayın..









Sydney /  İkinci Bölümü okumak için  😃 tıklayın :