Gemi rotamızda 3 tane Bahama adası var. Nassau, Cococay, Key West.
Tüm gece boyunca gemi yol kattetti, sabah saat 07:00 de Nassau' ya ulaşmıştı. Kalkıp bir baktık limandayız. Kahvaltıdan sonra çıkışlar başladı. İlk defa gemiden çıkıyorduk. Gemiye giriş ve çıkışlar çok kontrollü. Oda kartlarımız çıkarken güvenlik makinalarına basılıyor, böylelikle kim çıktı kim çıkmadı biliyorlar.
Gemiye Miami' den ilk binişimiz sırasındaki güvenlik işlemlerinden biri de bir fotoğrafımızı çekmeleri oldu. Bunu da ne yapacaklar? diye düşünmüştük. Simdi nerede kullanacaklarını anladık.

Görevli gemiye binenin siz olup olmadığını yüzünüze bakarak onaylıyor.
Adalardan gemiye iniş binişler çok kontrollü, Bahamalar'dan bu gemilere kaçak olarak binip Miami'ye ulaşmak, kartını kaybeden birinin kartını bulup gemiye binmek çok kolay olurdu.
Çıkış için her kata uyarı yazmışlar 2.kattan çıkılacak ama her katta görevliler sırayla yönlendirme yapıyorlar, sıraya sokuyor herkesin asağıya bir anda inmesine engel oluyorlar. Kısa zamanda binlerce kişiyi indirmeyi başarıyorlar. Hiç kargaşa yok.
Gemiden çıkar çıkmaz adalılar motor turlarıyla sizi yolda karşılıyorlar. Nereye gidiyor? Atlantis adasına. Kaç lira? Bu tur motorlarına binip püfür püfür adaya varıyoruz.

Atlantis ; içinde kocaman lüks bir otel bulunan, ünlülerin gelip kaldığı kocaman bir ada.
Atlantis Oteli giriş çıkışlarında güvenlik önlemi yok. Kim gelirse içine girip dolaşabiliyor.
Hatta plaja kestirmeden geçmek için oteli kullanabiliyorsunuz.
Otelin etrafında güzel mağazalar, kafeler sıralı.
Halk Plajı tam da bu lüks otelin plajına komşu.
İncecik kumlar, geniş bir sahil ve
karayı döven bir deniz.
Bir güzel kumlara yayıldık, güneşlendik.
2014 yılının ilk deniz siftahını böylece Şubat ayında yapmış olduk :)
Gemiye döndükten sonra hazırlanıp tekrar dışarı çıktık. Yemek saatine kadar limanda yapılmış olan bir internete bağlanma bölümünde oyalandık. Gemide internet ücretli olduğundan çoğu kişi burayı kullandı. İnternet artık hayatımızın bir vazgeçilmezi, sevdiklerimizle aramızda köprü, uzakları yakın eden bir bağlantı.
Nassau' da aksam saat 18:00 'de her yer kapandı. Oysa gemi gece saat 23:00 'e kadar limanda kaldı. Yani ömürlerini para kazanmaya adamamışlar :)
Gece 23:00' te gemi biz eğlencedeyken hiç haberimiz olmadan harekete geçmiş bile.
Ertesi gün sabah yine erken bir saatte bu sefer Cococay' a yanaştık.
Cococay gemilerin turizme açtığı bir tatil adası. İçinde belki sadece araziyi düzenleyen görevliler yaşıyordur, ev falan görünmüyor. Bu kara parçasının her tarafı bir koy. İçinde palmiyeler, güneşlenme sezlongları, hamaklar, barlar, tuvaletler, duşlar, başka bir koyda su sporları..
Acaba güneşlenip denize girip gemiye mi döneceğiz ? Biz denize girelim, güneşlenelim, etrafı keşfedelim derken gemi ikramları kendini karada göstermeye başlamış bile.
Orta alanda canlı bir yerel orkestra güzel güzel müzikler çalarken, bir yandan çeşitli büfeler açılmış, gölgelerde oturma yerlerinde yemeye başlanmış. Hamburger, sosis, salata, Çin mutfağı, tavuk, et, meyveler, tatlılar, ekmekler, içecekler, dondurmalar..

Herkes self servis istediğini alıp tahta masalara kuruluyor, yiyen çöpünü kaldırıp atıyor, yerine başkası oturuyor. Çöpler kutularda çok birikmesin diye büyük çöp torbalarıyla da yanınıza gelip toplama yapıyorlar.
Ortada binlerce tabak, plastik kaşık, çatal, bardak, peçete, yemek artığı olmalı, masalar çöp içinde olmalı, yerlerde peçeteler uçuşmalı.. Şöyle bir etrafa alıcı gözle bakıyoruz. Etrafta bir çöp yok ;))
Tüm adada gemi personeli çalışıyor, adada yasayan yerliler de tuvaletlerde ve spor aletlerinde görülüyor. Gemi personelinin hepsi aynı desenli gömlek ve pantolonlu. Hepsinin ayakkabıları tertemiz boyalı. Hepsinin yakalarında bir rozet var, adı, görevi ve nereli olduğu yazıyor.
Gemi personeli adada tüm gün boyunca dolaşıyor ve satış yapıyorlar. Çeşitli içkiler, sodalar, meyve suları, bira, kola, ne isterseniz size getiriyorlar. Bunlar için ekstra ücret hemen ceplerindeki ödeme aracıyla şıp diye oda kartınıza yazılıyor.

Spor aletlerinde jet-ski, kano, deniz üzerinde tırmanma ve tramplen var. Kanoları tek tek değil, hepsini birden denize çıkarıp başlarında yönlendiren biriyle toplu olarak ayni güzergaha yönlendirdiler,
Bu çok güzel bir görüntü verdi, ayrıca hepsi başka tarafa gitseydi kim onları toplayacaktı? harika değil mi..
Cankurtaran var, denizin kenarında değil, ortasında. Ne mantıklı. Oturduğu yüksek platformun hemen altında da motoru duruyor. Su sporlarının yapıldığı bölgede herkesi kolaçan ediyor.
Bizimkiler gibi karada kumlar üzerinde değiller..
Bulduğumuz hamaklara kurulup, gözlerimizi hafif kapatıp, palmiyelerin yapraklarından sızan güneşi seyrediyoruz. Ne çabuk akşam oldu. Saat 17:30 da gemi buradan hareket edecek, toparlandık. Bizim gibi herkes harekete geçmiş, kimi gitmiş bile, kimi yola çıkmış, kimi de biraz daha kalalım modunda..
Bu adadan gemiye motorla gidip geliyoruz.. çünkü ada küçük, öyle koca gemilerin yanaşması için limanı yok, küçük motorlara uygun. Sırf gemi yanaşsın diye kocaman bir beton yığını yapmamışlar. Ayrıca bir gün ada bir geminin, ertesi gün başka bir geminin.. Ada sadece bir geminin yolcularını ağırlıyor.
Bu büyük motorlar her yarim saatte bir gemiye gidip geldiler. Canınız sıkıldı dönün, sonra yine gelin, özgürsünüz, o kadar yani ;))

Bu motorlara iniş biniş de yine aynı düzen içinde, sırayla, izdiham olmadan, yine görevliler sayesinde düzenle yapılıyor.
Bu görevliler nedeniyle her şey çok güzel ilerliyor. İnsanlar sırada aman hakkımı yediler, kaynak yaptılar, öne geçtiler diye düşünmüyor, hatta kuyrukla hiç ilgilenmiyor. Çünkü onun işi tatil yapmak, kuyruğu düzene sokacak bir görevli zaten var ;)) bunlar ne hoş geliyor bir bilseniz.
Buralarda hayran olduğum şey bu ; uyum, sistem ve düzen.
Bir keresinde gemiden Miami 'de inerken pasaport kontrolünde sıra bizdeyken görevli geldi ve bir bayanı benim önüme geçirdi, açıklamayı da görevli bana yaptı. Öne geçen bayan oralı bile olmadı.. "aman lütfen.. acelem var" diye kimselere kıvranmadı.
Görevli bana geldi ve "bu bayan Amerikan Havayollarında Hostes ve uçağına yetişmesi gerekli, görevi var, onu öne alıyorum" dedi .. işte budur. "Elbette.. tabii ki.. buyrun"..

Hayran olmamak elde değil.. Biz böyle şeylere hiç alışık olmadığımız, her işimizi kendimiz hallettiğimiz, herkesle kavga edip, uyararak, düzeni sağlamaya çalıştığımız için acayip hoş geliyor.
Bu işlemler sırasında herkese adil olunduğunu hissediyorsunuz. Huzuru bozacak hiç bir şey yok. Hiç strese girmiyorsunuz. Böylece dışarıya değil kendinize odaklanıp sohbet edebiliyorsunuz. Bundandır yabancıların etrafa bakmamaları. Bizimse gözümüz sağda soldadır..
Görevliler size yol göstermek için sizinle geliyor, makinada bilet alırken takıldığınızda biletinizi alıyor, havaalanında online işleminizi yapıyor, elinizdeki bilete bakıp sizi doğru sıraya yerleştiriyor. Her yerde yardım alacak, soru soracak, düzeni sağlayacak biri var. Çoğu kuyruğa gireriz, çok sonra yanlış kuyrukta olduğumuzu anlar, diğerinde en sondan bir daha başlarız. Burada bu yanlışa kimse düşmez, daha kuyruğa girerken doğru olmasını sağlıyorlar.
Bizi gemiye taşıyan motor iki katli. Bir seferde 300 kişiyi taşıyor. Tahta oturma sıraları var. Motor boşalırken öndeki sıralar boşalana kadar arkadakiler bekliyor. Her bir sıra boşalmadan arkadaki öne geçmiyor. Üst kat boşalmadan alt kattan kimse çıkarılmıyor. Ondan sonra bu sistemler bir kültür haline geliyor. İnsanın hayatı böyle geçince alışıyorsunuz.
Biri bir yerinize dokunsa hemen dönüp özür diliyor. İnsanlar birbirleriyle çok kolay diyaloğa giriyorlar, hemen tanışıp sohbet ediyorlar. Bir gün geminin asansöründe bir bayan bana bakıp "saçının rengini çok beğendim" dedi. Hem çok hoşuma gitti, hem de çok şaşırdım, bu yaşıma geldim tanımadığım birinden iltifat almadım, hele asansörde. Onlar sa hemen birbirleriyle tanışmasalar da sohbete başlıyorlar, o kısa sürede bile espriler yapıp inip binerken gülüşüyorlar.
Nerede olursa olsun sıradışı bir iş yaparsanız işini yapan her kimse sizi uyarıyor. O sırada görevli olan kişi düzeni sağlarken sizden çekinmiyor, kendini rahatça ifade edip ne yapmanız gerektiğini söyleyip ciddi ciddi uyarıyor.
Hamit, yemek yerken ekmek sepetini uzatıp "hangi çeşitten alırsınız" diye soran görevliye "şunu alayım" derken elini uzatıp ekmeği aldı. Zenci görevli hemen "lütfen elinizle almayın, bana söyleyin ben veririm, bu benim görevim" dedi. Hem de ne rahatça, çekinmeden, güvenle. Görevli diyorum çünkü hemen anlaşılıyor.. adam sadece su ve ekmek dağıtıyor. Bardağınız boş, tabağınız ekmeksiz kalmıyor. Ekmeklere elinizin değme ihtimaline karşı uyarı alıyorsunuz. Saygı duyuyoruz. Farklıyız ama güzel şeylere çabuk alışırız :))