İmkanlarımız farklılaşıyor, daha iyi bir ev hayali ile alıştığımız mekanları değiştirip konu komşuyu geride bırakıp gidebiliyoruz. Bunu istediğimiz için yapıyoruz.
Yer değiştirme hikayeleri çok farklı olduğu için ben bu farklı hikayelere de göz gezdirmek istedim. Taşınma deyince hep aklıma göç etmek gelir. Göç belki dil ve kültür değişimini de getirir. Ben bu anlamda çok taşındım ama hiç göç etmedim.
Tarih farklı göç hikayeleriyle dolu.
Mübadele döneminde Balkanlar'dan göç eden, evini, eşyasını geride bırakıp ne taşıyabiliyorsa yanına alan insanların hikayelerini ve göç resimlerini görünce içim acır. Düşünsenize vatan bildiğiniz topraklar bir süre sonra size yabancı oluyor. Bu hem Türkler hem de Yunanlılar için aynı zorlukta. Binlerce insan oraya, binlercesi buraya. Rembetiko bu anlamda seyrettiğim en güzel film.
Buraya tıklayarak müziği dinleyebilirsiniz.
Eğer bulursanız mutlaka seyredin derim. İki kültürün ne kadar aynı olduğunu, iç içe geçtiğini göreceksiniz. Bu yüzden "baklava" bizim mi? onların mı? tartışması o kadar yersiz. Yunanistan'a gittiğimizde dans ederken birden Rumca çalmaya başlayan "hatırla ey peri, o mesut geceyi" şarkısını dinlerken kültürlerimizin nasıl birbiri içine geçtiğini anladım. Yok canım bizim şarkımız.. Evet Muhlis Sabahattin Bey'in şarkısı.. ama kime yazmış? Fransız sevgilisi Margaretha'ya.. Şarkının esas ismi de "Hatırla Margaretha".. Yani bugünkü bakışımızla geçmişi bilmemiz ve anlamamız ne kadar zor.
Bu iki halk yıllarca komşu olmuş, birbirinin yemeklerini pişirmeyi öğrenmiş, yoklukları, dertlerini paylaşmış, aynı toprakları vatan bilmiş. Biz Ege'de birçok yerleşim yerinde bu göç hikayesinden geriye kalan evleri görüyoruz.
Bir böylesine istemeden, zorla, Devletlerin aldıkları kararlarla, savaşlarla yer değiştiren insanlar var. Nerede yaşayacağını, ne iş yapacağını bilmeden bir bilinmeze doğru yola çıkıyorlar. Hayatları mücadele dolu. Ailenin yarısı orada, yarısı burada. Anna-Baba orada, çocuklar burada... Geride kalan bir sürü hatıra..
Başka bir hikaye de para kazanmak için Dünya'nın farklı ülkelerine yapılan göçler.. Ülkelerindeki koşullardan dolayı dilini bile bilmedikleri ülkelere bilinmeze gidenler, giderken her türlü mücadeleyi ve zorluğu yenecek güçte hissedenler.. Umut edenler..
Büyük resimden bakınca dünyada birçok nedenle binlerce kişi yer değiştiriyor.
Sınırları belirli ülkeler vatanımız olmak yerine tüm dünyaya yayılıyoruz. Gidenler geriye dönmediklerine ve oralarda kök saldıklarına göre Dünya vatandaşı olma yolunda hızla ilerliyoruz.
Hayatı değişimin verdiği zorluklar, stres, mücadele olmadan geçirmek mi daha iyidir? yoksa bir mahallede doğup, aynı mahallede yaşlanmak mı daha iyidir?
Herhalde bu iki seçenek te kişiden kişiye değişir. Zorunluluklar olmadığında da bazı insanlarda yer değiştirme isteği vardır. Hatta bir laf vardır "tebdil-i mekanda ferahlık vardır" diye... Ben de yer değiştirdikçe rahat edenlerdenim.
Benim yer değiştirmelerim İstanbul'da olduğu halde arkadaşlarımdan Sevinç Hollanda'ya, Hülya Amerika'ya, Ebru Belçika'ya, Melek önce Bahreyn'e sonra Kanada'ya, Nurcan Londra'ya yerleşti.
Böyle bakınca benim taşınma hikayelerim ne kadar da basit görünüyor.
İlk evlendiğimde Yeniköy'de oturuyorduk. Daha sonra Erenköy'e, oradan Büyükçekmece'ye, oradan Silivri'ye, oradan Beylikdüzü'ne, oradan Bodrum'a..
Anneannem evin boyası eskiyince "haydi taşınalım" dermiş. Anneannem de Kafkaslardan göçer bir çerkez ailenin kızı.. Annemin söylediğine göre ben de O'na çekmişim.
İstanbul'da yaşayıp da "nasıl bir yerde yaşasam?" sorusunu sormak çok havada kalıyor. Çünkü İstanbul isteklerin birini karşılasa birini karşılayamıyor. Bir şeyi veriyor, başka bir şeyi alıyor. Çok az seçenek bırakıyor.
Yeşillik olsun, ferah ve tenha olsun, müstakil olsun, şehir kargaşasından uzak olsun, denize yakın olsun, E-5'e ve TEM'e yakın olsun.. istedik ve 10 yıl boyunca Silivri'de Sunflower'da oturduk.
Burada oturduğumuz 10 yıl boyunca her gün işime olan mesafede 65 km.lik yolu göze almam gerekti. Çoğunlukla her sabah gün doğmadan evden çıkıp, gece yarıları eve girdim. Buradaki hayat süperdi. Siteden içeri girince her şey değişiyordu. Bu nedenle yola katlanıp her türlü zorluğa rağmen zevkle oturduk. Yaz-kış her gün evde değildik. İşe gelip gidiyor, seyahatlerde farklı illerde konaklıyor, iş arkadaşlarımızla da dışarda vakit geçiriyorduk.
Emekli olduktan sonra yaşayacağımız yerle ilgili beklentimiz yine aynıydı. Ancak artık işe gidip gelmeyecektik, sosyal hayatımız kısıtlı olacaktı. Oysa şimdi oturduğumuz yerin bize çeşitli imkanlar sunması ve bizi aktif yapması gerekiyordu. Burası Silivri değildi..
Bu düşüncelerle Beylikdüzü'ne taşınma kararı aldık. Zaten kışları çok zor hava şartları oluyor ve gece gidiş gelişlerde TEM deki TIR'lar ve sel felaketleri nedeniyle iki yıldır kışları Beylikdüzü'nde yaşıyorduk.
Bir yandan da emekli olunca hayatımızı küçültebilir miyiz? diye düşünüyor ve küçük bir evde yaşamanın antremanını yapıyorduk. İki yıl kış aylarında 1 oda 1 salon mini bir evde yaşamaya alıştık. İşe gidip gelirken de çok kolaylık oldu, hem de bu bölgeyi yakından tanıdık.
Daha önceleri Silivri'deki kocaman evde ev işlerimi bitiremez, oturmaya vakit bulamazken, bu küçücük evde sadece keyif yapıyordum. Hatta ev küçük olduğu için sadece akşamları kullanıyor, gündüzleri kendimizi dışarı atıp geziyorduk. O zaman şunu öğrendim ki ; büyük bir ev, büyük bir site bizim hapishanemizdir aslında. İçine çeşitli olanaklar konulmuş, rahat etmeniz sağlanmıştır ama sizi dışarı bırakmaz, her şeyi kendi içinde karşılar. Etrafınızı duvarla çevirir, kapısına da güvenlik yerleştirir. İşte hapishane hazırdır. Çalışıp koşa koşa içine gireceğiniz yer.
Yaşadığımız bölge, şehir bunu sağlayamadığı için maalesef bu küçücük yapay yaşam alanlarına sıkışıyoruz. Halbuki bunu şehir sağlayabilseydi ne hoş olurdu. Avrupa'da gördüğümüz şehirler hem ulaşımıyla hem de çeşitli etkinliklere yakınlıkla bizi cezbetmiyor mu? Hep İspanya'da siesta zamanı eve gidip öğle uykusu uyuyanlara gıpta ettim :)) Yaşam böyle kolay olmalıydı..
Şimdi yaşadığımız bölge bize çeşitli imkanlar sunuyor. İstanbul içinde bundan iyisi can sağlığı. Singapur gibi emekli olunca terkedilecek bir şehir aslında.
Henüz terketmeye hazır olmadığımızdan :)) bölgenin bize sunduğu olanakları yaşıyoruz. Birçok yere yürüyerek gidiyoruz. Arabayı çok az kullanır olduk :((
Bölgede birçok çam koruluğu var. Bu koruluklardan birçoğunda spor alanları, yürüyüş parkurları var. Özellikle sabahları herkesin spor yaptığı alanlar bunlar. Bayağı da katılımcısı var. Birçok kadının nasıl da bacaklarını o kadar yükseğe kaldırabildiklerine şimdi şaşırmıyorum.
Beylikdüzü Kültür Merkezi'nde kursa gidiyor, ücretsiz konser dinliyor, tiyatrolar seyrediyoruz. Aylık programı yayınlanıyor, buna göre plan yapıp gösterileri kaçırmıyoruz. Hepsi ücretsiz. Zekai Tunca'yı bile seyrettik yani :)) Böyle günlerde Annemi'de çağırıyorum, birlikte gidiyoruz.
Kültür Merkezi'nin kütüphanesinde oturup çalışabilir, kitap okuyabilir, kitap alabilirsiniz. Gazete ve dergileri takip edebilirsiniz. Bir sürü bilgisayarı kullanabilir, internete bağlanabilirsiniz. Hatta bu yazımı oradan yazıyorum :)) Kurslarımız da bu kültür Merkezi'nde.
Ayrıca burada bir de Belediye'nin sosyal yardımlaşma ünitesi var. Giysilerinizi ya da evde ne vermek istiyorsanız verin.. bir dükkanı var, her şey askıda, her şey tertemiz. Ben mağaza zannettim.. Ayakkabılar.. hepsi dizili.. tabak-çanak-kırtasiye-bavul.. ne ararsanız var.
Öğlenleri bir şeyler yiyelim dediğinizde avlusunda sardunyalar dikili caminin çorba evinde self servis ekmek, su, çorba bedava. Ara-sıra bu çorba evinin koca bir tencerede kaynayan çorbasından içiyoruz.
Buraya ara sıra gelip tavla oynuyor, Barış isimli özürlü, dünya şekeri bir garsonun elinden kahvemizi içiyoruz.
Yine caminin altındaki enfes dönerden yiyiyor, akşamüstü çayımızı Simit Dünyası'nda gazete okuyarak geçiriyoruz. Sinemaya yürüyerek gidiyoruz.
Ulaşım için metrobüsleri kullanıyoruz. Her yer yürüyüş mesafesinde. Elektrik, su, doğal gaz, Telekom, PTT yakınımızda. Alışveriş merkezleri çevremizde. Binamızın altında kafeler ve yemek yenecek bir sürü yer var.
Biri Çarşamba, diğeri Pazar günleri olmak üzere iki kapalı pazarı var.

Sokakları, caddeleri kocaman, geniş, ağaç dolu. Ağaçların hepsi büyük büyük. Bu yollarda yürümek çok zevkli oluyor. Burası hiç İstanbul'a benzemiyor.
Bir sokak arkadan Taksim ve Bakırköy otobüsleri geçiyor. Transit gidiyor.
Eh daha ne diyeyim. Bu nedenlerden dolayı emeklilik günlerimiz çok hareketli geçiyor, canımız sıkılmıyor.
Tiyatro biletlerimizi toptan Ataköy Yunus Emre'den aldık. Metrobüsle gidip gece metrobüsle dönüyoruz.
Arkadaşlarım hemen yanı başımda.. Birçoğu Beylikdüzü'nde oturuyor.
Bize sunduğu imkanlardan dolayı İstanbul'un en iyi emekli bölgesi olduğunu düşünüyorum.
Bu yüzden yeni bir yer keşfedene ve ihtiyaçlarımız değişene kadar
Beylikdüzü'ndeyiz :))
Beylikdüzü'ndeyiz :))