Sokakta oynadığımız oyunlar çoktu. Herkesin evden getirdiği kilim örtü, kaşık, çatal, tabak gibi eşyalarla oynadığımız evcilik oyunu hayal gücümüzü çalıştırırdı. Çeşitli senaryolar oluşturur, bir aile olmaya çalışırdık. Aramızda rol dağılımı yapar, ne yapıp ne söyleyeceğimize karar verir ve bu senaryoyu oynardık. Daha çok büyüklerimiz gibi konuşur, onları taklit eder, temizlik yapar, bebek bakardık. Hayal gücümüze sınır tanımazdık.
İlk bebeğimin adı Lale' idi. İlk zamanlar annem evimizin terasında beni bir örtünün üstünde oturtur, benimle oynardı.
Bebeğim Lale'nin bedeninin içinden geçen lastikler kopar, sıklıkla bacakları ya da kollarındaki lastikleri annem tekrar düğümlerdi. Bazen evde lastik olmaz, bebeğimin bir kolu ya da bacağı bir müddet çıkık dururdu. Zaten çok merak ettiğim için bacağını ya da kolunu çekiştirip içine bakardım. İçi boştu.
Lale'yi kimi zaman ben kimi zaman annem konuşturuyordu. Çeşitli kumaş parçalarından Lale'ye giysiler diker, benim çoraplarımı ayağına geçirirdim :))
Lale uzun boylu bir bebekti. O'nu yanıma almadan yatmazdım. Yıllar boyunca bu bebekle zaman geçirdim. O'nunla konuştum, baktım, besledim. Yıllar içinde eskiyip gitti sanırım. Yukardaki resim bir benzeri.

Elbisesi vardı. Bu giysiyi ikide birde çıkarır yıkardım. Bu kadar çok yıkanmaktan giysiler telef oldu. Daha sonra başka elbiseler diktim.. en son elbisesini tığla örmüştüm.
Bu bebeğimi hep sakladım.
Benim gerçekten bir bebeğim olduğunda, bu iki bebeğimin yan yana resmini çektim. (Gürcan 3 aylık)
O sırada ben tam 21 yaşındaydım :))

Ben bu erkek kılıklı ördekle ne oynardım hatırlamıyorum. Pipita'nın da en çok burnunu çekiştirirdim.
Bugünlere kadar geldiğine göre tam 50 yıldır beraberiz :)) Bu arada çocukluk arkadaşlarıma gösterdiğim sadakat için de kendimi kutluyorum.. Demek ki ben küçükken de arkadaşlarıma düşkünmüşüm :))
Babam maskeleri çok severdi. Çeşit çeşit maskeler alır gelirdi. Noel baba gibi sakalı bembeyaz, kırmızı yanaklı, nur yüzlü dede maskesini takar, başka biriymiş gibi eve gelen yaşlılarla sohbet ederdi :)) Biz de evimizdeki karanlık soyunma odasına çağırdığımız çocukların karşılarına bu maskeyle çıkardık. Çocukları korkutur ama biz çoook gülerdik..
Sokakta çokça vakit geçirirdik. İlkokula başladığım zaman okuldan eve geldiğimde hemen soyunup annem duymasın diye sessizce kapının kilidini çevirir sokağa kaçardım.
Çok güzel ip atlardık. Tek ip, çift ip.. uzman olmuştuk. Bu tam bir spordu. Beden ile akıl koordinasyonu gerekiyordu. İpe yanlış zamanda giren takılır, ipler dolanırdı. Tek sıra herkes dizilir aralıksız peşpeşe "sırasız" atlanırdı, ara veren yanar kuyruğun sonuna geçerdi. Şimdilerde de bazen çocuklara ip atlatmaya kalktığımda hiç birinin bilmediğini ve yapamadıklarını görüyorum. Ne üzücü :((
Beş taş oynanır, el becerisi gelişirdi. Bir kerede dört taşı birden toplamak, bir de havaya taş atıp aynı zamanda onu da tutmak beceri isterdi. Basitten zora doğru ilerler, birler, ikiler.. diye sıralanırdı.
Seksek oynamak için yere çizgi çizebilen taşlar aranırdı. Bir de kaymak gibi beyaz mermer parçası. Bu mermer, yerde oynaya oynaya, yere sürte sürte kenarları yuvarlanır kaymak gibi olurdu. Zıplamak, ayakları kontrol etmek, ayakla taşı istediğin uzaklığa sekerek atabilmek, çizgilere basmamak beceri isterdi.
Taş, çivi, misket, topaç, gazoz kapağı, uçurtma, çatapat.. hepsi bizim çocukluk arkadaşlarımız oldular..
Oynarken hep kalabalıktık. En az 5-6 arkadaş bir arada olurduk. Zaman zaman paylaşır, zaman zaman hırslanır, zaman zaman da kavga ederdik.
Çoğunlukla oyunları kurmak için birlikte malzeme arardık. Malzemeleri bulmak zor işti. Tebeşir, yere çizgi çizen taşlar, kiremit parçaları, ip, üst üste koymak için düzgün yüzeyli taşlar..
Oyunların kurallarını ortaya koyar, yanıp yanmadığını tüm çocuklar takip eder, yanan hep en arkaya geçer ya da elenirdi. Tüm oyunlar bedensel bir enerji harcamayı gerektiriyordu. Kiminde koşuyor, kiminde atlıyor, körebe, mendil kapmaca, saklambaç gibi oyunlarda duyularımızı kullanıyorduk..
Hızlı ve çevik olmak zorundaydık.
Büyüdükçe oyunlara başkaları da eklendi. İskambil desteleri ile pişti, papaz kimde, anastra, en çok oynadığım oyunlardan oldu. Anastrada elde kalan kağıtlar tek tek sayıldığından desteleri çok hızlı saymayı öğrenmiştim. Deste içindeki bazı kartların farklı değerlerde olması bile dikkati toplamayı gerektiriyordu. Karşı tarafın açtığı ele desteden eklemeler yapmak için dikkatli olmak gerekti.
Daha sonra dama ve kız tavlası oynamaya başladım. Dama strateji geliştirmeyi sağlayan bir oyundu. Birkaç hamle ötesine dair bir atak planı yapmak, karşı tarafın hamlesini de tahmin etmek gerekiyordu.
Çocukluğumda oynadığım bu oyunlar ve oyuncaklar hep arkadaşlarımla oynadığım oyunlardı. Yalnız başıma oynayacak bebeklerim dışında oyunum yoktu. Mutlaka ikinci kişi gerekiyordu. Bu yüzden benim için oyun hep arkadaş demekti. Evlendikten sonra Hamit benim oyun arkadaşım oldu.
Hayatım bir oyun, her şey oyuncak. Öyle değil mi? Hepimiz bir oyun oynamaya gelmedik mi?
Sokakta çokça vakit geçirirdik. İlkokula başladığım zaman okuldan eve geldiğimde hemen soyunup annem duymasın diye sessizce kapının kilidini çevirir sokağa kaçardım.
Çok güzel ip atlardık. Tek ip, çift ip.. uzman olmuştuk. Bu tam bir spordu. Beden ile akıl koordinasyonu gerekiyordu. İpe yanlış zamanda giren takılır, ipler dolanırdı. Tek sıra herkes dizilir aralıksız peşpeşe "sırasız" atlanırdı, ara veren yanar kuyruğun sonuna geçerdi. Şimdilerde de bazen çocuklara ip atlatmaya kalktığımda hiç birinin bilmediğini ve yapamadıklarını görüyorum. Ne üzücü :((
Beş taş oynanır, el becerisi gelişirdi. Bir kerede dört taşı birden toplamak, bir de havaya taş atıp aynı zamanda onu da tutmak beceri isterdi. Basitten zora doğru ilerler, birler, ikiler.. diye sıralanırdı.
Seksek oynamak için yere çizgi çizebilen taşlar aranırdı. Bir de kaymak gibi beyaz mermer parçası. Bu mermer, yerde oynaya oynaya, yere sürte sürte kenarları yuvarlanır kaymak gibi olurdu. Zıplamak, ayakları kontrol etmek, ayakla taşı istediğin uzaklığa sekerek atabilmek, çizgilere basmamak beceri isterdi.
Taş, çivi, misket, topaç, gazoz kapağı, uçurtma, çatapat.. hepsi bizim çocukluk arkadaşlarımız oldular..
Oynarken hep kalabalıktık. En az 5-6 arkadaş bir arada olurduk. Zaman zaman paylaşır, zaman zaman hırslanır, zaman zaman da kavga ederdik.
Çoğunlukla oyunları kurmak için birlikte malzeme arardık. Malzemeleri bulmak zor işti. Tebeşir, yere çizgi çizen taşlar, kiremit parçaları, ip, üst üste koymak için düzgün yüzeyli taşlar..
Oyunların kurallarını ortaya koyar, yanıp yanmadığını tüm çocuklar takip eder, yanan hep en arkaya geçer ya da elenirdi. Tüm oyunlar bedensel bir enerji harcamayı gerektiriyordu. Kiminde koşuyor, kiminde atlıyor, körebe, mendil kapmaca, saklambaç gibi oyunlarda duyularımızı kullanıyorduk..
Hızlı ve çevik olmak zorundaydık.
Büyüdükçe oyunlara başkaları da eklendi. İskambil desteleri ile pişti, papaz kimde, anastra, en çok oynadığım oyunlardan oldu. Anastrada elde kalan kağıtlar tek tek sayıldığından desteleri çok hızlı saymayı öğrenmiştim. Deste içindeki bazı kartların farklı değerlerde olması bile dikkati toplamayı gerektiriyordu. Karşı tarafın açtığı ele desteden eklemeler yapmak için dikkatli olmak gerekti.
Daha sonra dama ve kız tavlası oynamaya başladım. Dama strateji geliştirmeyi sağlayan bir oyundu. Birkaç hamle ötesine dair bir atak planı yapmak, karşı tarafın hamlesini de tahmin etmek gerekiyordu.
Çocukluğumda oynadığım bu oyunlar ve oyuncaklar hep arkadaşlarımla oynadığım oyunlardı. Yalnız başıma oynayacak bebeklerim dışında oyunum yoktu. Mutlaka ikinci kişi gerekiyordu. Bu yüzden benim için oyun hep arkadaş demekti. Evlendikten sonra Hamit benim oyun arkadaşım oldu.
Hayatım bir oyun, her şey oyuncak. Öyle değil mi? Hepimiz bir oyun oynamaya gelmedik mi?