Gençliğimin en güzel yıllarını Beyoğlu'nda geçirmenin doyumunu yaşamıştım. Dört yıldır çalışıyordum ve para kazanıyordum. Kazandığım parayı çeyiz meyiz gibi konulara hiç ayırmamıştım. Böyle bir hazırlığın içinde de değildim. Giyime çok para harcamaz daha çok kendim dikerdim.
Aşağıdaki puantiyeli etek, yine aşağıdaki kenarı biyeli bluz ve boynumdaki kolye.. hepsini kendim yapmıştım. Genellikle Fatih'teki Bursa Pazarı'ndan kumaş alır, BURDA'dan patron çıkarır, Annemin makinasında dikerdim. Beyoğlu'nda pasaj içlerinde pliseciler vardı. Kumaşları plise yaptırır etekler dikerdim. Yine pasajlardaki boncukçulardan çeşitli renklerde boncuklar alır, bunları kendim dizer ve takardım.
Daha sonraları bu dikiş işini daha da ileri götürüp kareli ceket dikmişliğim de vardır :)) Anneannemin ve annemin dikiş konusunda üstad olduklarını belirtmeme gerek yok sanırım. Anasına bak kızını al diye boşuna söylememişler. Bana da onlardan geçmiş. Onlar kadar çok şey dikmemiş .. ve sadece kendime dikmiş olsam da bu deneyimden çok şey kazandığımı düşünürüm. Dikişin en önemli aşaması olan planlamayı çok severim.


Sonra kumaşı kullanmak zor iştir. Çeşitli şekillerdeki kalıpları kumaşa yaymak, kalıpların hepsini sığdırmak, dikiş paylarını bırakmak, verev mi? yoksa çizgiyi takip edecek şekilde mi? dizileceğine dikkat etmek.. Sonra teğellemek (bu en sabırsız olduğum şeydi, bu nedenle çoğunlukla teğellemeden dikerdim :))
Annem olmaz dese de olurdu :))
Mutfakla pek aram olmasa da bir-iki tencere yemek yapmayı öğrenmiştim. Bu deneyim benim için lise çağlarında başlamıştı. Çok iyi yaptığım bir peynirli poğaça vardı. Mükemmel kabarır, yumuşacık olurdu. Unu için hiç ölçü kullanmaz göz kararı yapardım.. öylesine ustaydım yani :))
O zamanlar çamaşırlar merdaneli makinada yıkanıyordu. Arçelik marka bu makinalar aynı zamanda sıkma yaparken yürürdü :)) "Aman" derdi annem "sakın elini kaptırma".. Merdaneler arasına parmaklarımızın sıkışması an meselesiydi..
Yine de elde yıkamaktan iyiydi. Çamaşırlar önce yıkanır, merdaneyle sıkılır, bir leyende durulanır sonra tekrar merdaneyle sıkılırdı. Yani şimdiki gibi çamaşır makinasını kur, gezmeye git modu yoktu. Bunun yerine çamaşır günü vardı. En az yarım gün çamaşır yıkamakla geçerdi.
Çamaşır günlerinde de anneme yardımcıydım. Çamaşırları bahçemizdeki ipe asardık. Ben sepetle asmaya inerdim, annem pencereye çıkardı. Çamaşırın nasıl asıldığını takip ederdi. "Anne lütfen içeri gir" desem de atletler, gömlekler, çorapların ayrı ayrı asılma şekillerini ve mandal izi bırakmayacak şekilde mandallama teorilerini hep annemin koçluğuyla öğrendim :))
Ütü ile aramın nasıl olduğunu hatırlamıyorum. Sanırım pek bana düşmemiş. Zaten evlendikten sonra da bana düşmedi :)) Ütü hep paylaşım noktamız oldu :))

Ev işleriyle aram fena sayılmazdı yani, evlenmeye hazırdım..
Ben evleneceğim zaman santrifüjlü makinalar çıkmıştı.
Hoover marka bir çamaşır makinası aldım.. son teknoloji.. Çamaşırları yıkadıktan sonra yan bölmeye koyuyor santrifüjle sıkıyorduk.. merdaneden daha iyiydi. Evlenirken aldığım tek eşya da bu oldu :))
Hamit çeyizini çok önceden hazırlamıştı.. Kelebek Mobilya'da çalıştığı için yatak odası takımını önceden alıp kenara koymuştu. Koltuk, halı, buzdolabı, avizeler.. hepsi Silahtarağa'daki dükkanında vardı. Bir gün beni götürdü. " istediğini seç " dedi..Birlikte hepsini seçtik.. bitti.. Zaten ondan sonra da dükkanı kapattı :))
Evimizdeki tüm eşyalar Kelebek Mobilya oldu..
Evimizi bulmak için çok önceden çalışmaya başlamıştık. Bu işler şimdiki gibi kolay değildi. Zaten kısıtlı sayıdaki oturulabilir bina.. yeni evlilerin dar bütçesi.. işyerimizin Şişli-Levent gibi pahalı muhitlerde olması işleri zorlaştırıyordu.. Ama eninde sonunda bir evimiz olacaktı, araya araya bulunurdu :))