Yeni bir iş bulmam lazım..

Unkapanı Dersanesinde çalışıyorum ama artık işyerimi, işimi, patronumu daha iyi tanıyordum.  Yine yaz gelecek ve ben işsiz kalacaktım. Yaz gelmeden iş aramaya başladım. Gazete ilanlarını takip ediyordum. O zamanlar iş aramak sadece gazete ilanlarını takip ederek oluyordu.  Bilgisayar ve İnternet yoktu.

Gazeteleri takip ederken bazı ilanları işaretliyor, sonra telefonla arıyordum. Genellikle ilanlarda telefon numarası olurdu. Arayınca ya pozisyon doldu derler, ya da ön bilgi alıp, bir adres verip görüşmek için randevu verirlerdi. Bazen de sadece form doldurmaya gidilirdi. CV'ler posta yoluyla gönderilirdi. Mektup gibi yazılırdı. Öyle uzun uzadıya bir İnsan Kaynakları süreci olmazdı.

O sırada hala okulum devam ediyor,  Çalışmaya devam ediyorum.. Üniversitede  ikinci sınıfa başladım..

Bir ilan gördüm. İSOTAŞ diye bir şirket  Sekreter arıyordu.  Eh.. aranan niteliklere aşağı yukarı uyuyordum. Ofis makinalarını kullanabilirdim.  Kendi kendime öğrendiğimden daktiloyu 10 parmak yazmasam da yine de idare ederdi :)  O zamanlar piyasada bu işin okulundan mezun, kurslara gitmiş birçok kişi vardı.

Babama söyledim, "Beni görüşmeye çağırıyorlar"..  İSOTAŞ  Beyoğlu'nda olduğu için babam "kesinlikle olmaz, orası Beyoğlu, seni görüşme diye çağırırlar, sonra bir odaya kapatırlar"  diyordu.  Ehh o zamanlar böyle olaylar, filmler öyle çoktu ki.  Kadınlar kaçırılır, meyve sularına ilaç atılıp uyutulur, çokça da kandırılırdı. Hep filmlerde aslında soför olan adamın kendini evin sahibi diye tanıttığını, fakirin zengin, zenginin fakir rolü yaptığını, çocukların gerçek anne-babalarını büyüdüklerinde öğrendiklerini izlerdik.  Gerçeklerin ortaya çıkması için yıllar geçerdi :((

Ehh böyle bir ortamda kadınlar pek güvende olmadıkları için, tek başlarına pek oraya buraya gönderilmez, oturulan semtin dışına çıkılmaz, daha çok korunmaya alınırdı.  Herşey izne tabiydi ve babam "Hayır Beyoğlu olmaz, oraya tek başına gidemezsin" demişti.

Hayalimde hep Gümüşsuyundaki IBM binası gibi bir yerde çalışmak var ve ben Beyoğlu'na gitmek istiyorum. Annem imdadıma yetişiyor..  "Birlikte gidelim, ben seni götürürüm" diyor, ilk işimde olduğu gibi yine birlikte gidiyoruz. İki yıldır çalışan biri olarak Annemle iş müracaatına gitmek beni utandırsa da başka çarem olmadığından  bundan hiç gocunmuyorum, bu fırsatı da kaçırmıyorum. Deneyeceğim..

Görüşmeye giderken verilen adresi ilk defa görüyorum. Beyoğlu Odakule İş Merkezi.. Kocaman bir giriş, ışıl ışıl asansörler.. (o zamanlar asansör yok, sadece çok yüksek binalarda var, zaten o zamanlar yüksek bina da yok)..  Bayıldım.. Ama bir o kadar da heyecanlıyım.  Girişte bir panoda her katta hangi şirketlerin olduğu yazıyor. En üstteki 2 katta  Menkul Değerler Şirketi var. Benim görüşmem 11. katta, SOYTAŞ'ta. 



SOYTAŞ.. Bir inşaat firması. Türkiye'de ilk defa devre-mülk sistemiyle Bodrum-Turgutreis ve Akyarlar Tatil Köylerini inşa ediyor ve satıyorlar.  Odakule'nin 11. katına annemle birlikte çıkıp  beklemeye başlıyoruz. Ben etrafı izliyorum. Birçok güzel ve bakımlı bayan var hepsi çok kibarlar.  Arada sırada kendi aralarında konuşup bize dönüp bakıyorlar. Herhalde  "annesiyle gelmiş"  diyorlardır diye düşünüyorum. Ofisler tamamen açık ve binanın ortasında asansörler var. Yani koridordan giderek tüm binanın etrafını dolaşabilirsiniz.

Güngör Bey'le tanışıyoruz.  SOYTAŞ'ın da ortak olduğu yeni bir şirketin yine Odakule'de 7. katta kurulacağını, şimdilik kuruluş aşamasında olduğunu, şirket kurulana kadar 11. katta çalışacağımızı öğreniyorum.  Beni bir odaya alıp bir yazı veriyorlar ve hızlıca daktiloda yazmamı istiyorlar. Ben bu normal makinalara alışık değilim ki :)) Nerde benim IBM makinam :))  Bu normal daktilolarda parmak gücüyle tuşlara hep aynı şiddette vurmak gerekiyor. Oysa elektrikli makinalarda dokunsan yazıyor :)) Bir de o kadar çok çeşit daktilo vardır ki.. hepsinin büyüklüğü, şeridi, huyu-suyu farklıdır. Başına oturduğunuzda bir alışma dönemi geçer..

Neyse.. koridorda oturduk annemle yine bekliyoruz.  Ben form falan dolduruyorum. O sırada çok şık giyimli, çalışan bayanlardan biri elinde bir bisküvi tepsisi dolaştırıyor. Hepsi inci gibi dizilmiş, çok zevkli.. Bize de "buyrun" deyip ikram ediyor, arkadan çaylar geliyor .. Şu ana kadar gördüğüm resme alışık değilim. Hayranlığım giderek artıyor. Cevabı beklemek üzere oradan ayrılıyoruz.. "Biz sizi ararız".. deniliyor.

Ve bir hafta içinde arıyorlar. "Buyrun işe başlayın"  :)))

Dersane'ye  Cuma günü  veda ediyorum ve  Pazartesi günü yeni işime başlıyorum.. Beyoğlu'nda Odakule'deyim.. Heyyyoooo...