Sıra temizliğe gelince annemle ben bu işi de halletmiş, eşyalarımızı da yerleştirmiştik.
Benim gelinliğimi Beyoğlu-Tünel'de bir gelinlikçiden kiraladık.
O zamanlar şimdiki gibi kiralık-satılık arasındaki fiyatlar birbirine bu kadar yakın değildi. Kiralamayı tercih ettik..
Hamit'in kıyafetini de Laleli'den bir butikten aldık. Ancak kolları uzun, omuzu da tam oturmamıştı. Hemen düzeltiriz dediler, tadilata verdik. Sonra o takım için defalarca provaya gittik, yine de olmadı. Ceketin kolları kısa kaldı :)) Bugün resimlere baktığımızda hala güleriz.. Hamit iş gereği güzel takım elbiseler giyer, hep o zamanların en iyi markaları olan İGS ya da KİP alırdı. Nereden çıktıysa bu Laleli'deki butik :))
Davetiyelerimizi ve nikah şekerlerimizi Beyazıt'tan aldık. Beyazıt bu işin merkeziydi. Nikah şekeri yapan birçok dükkan buradaydı. Biz 2 koli şeker aldık.
Nikah tarihimiz 22 Haziran 1980.. Bir gün öncesinde Hamit'in boynu tutuldu. O gün akşam yemeğinde Hamit bizdeydi. Annem " Aaaaa istemem böyle boynu tutuk damat, kal bu gece ben seni iyileştiririm" dedi.. Ertesi gün evleniyoruz. Nikahımız da sabah saat 11:00'de. Sanırım salonlar dolu.. boş olan erken bir saati almışız. O gece Hamit bizde kaldı. Annem bizim evde sıklıkla yaşanan bel tutulmalarına karşı hazır olan pomadlar ve yakılarla Hamit'i tedavi etmeye çalışıyordu.
Babam'da "Hamit sen yarın boynun tutukken davetlilerle nasıl öpüşeceksin?" diyor. Sonra da "olmazsa ben senin arkana bir yay takarım, öne arkaya sallanır, bu arada da misafirleri öpersin" diyor, senaryoyu şekillendiriyoruz.. kahkahalarla gülüyorüz, gözlerimizden yaşlar akıyor..
O gece Hamit bizde kalıyor ve sabah turp gibi kalkıyor.. Hazırlanmak üzere erkenden evinin yolunu tutuyor. Önce berbere gidiyor (son ana bıraktığı için :)) berber bir damat traşı yapıyor, kestikçe kesiyor, saçlar kısacık kalıyor.. Eve gidip acele gömleğini ambalajından çıkarıyor, kollar uzun.. Gömleğinde ütü izleri dolu, kollar kat yerlerinden buruşuk, yaka bir beden büyük.. Zaman da yok.. öylece giyiniyor. Arkadaşı Nuri ile buluşup, arabasını bizim gelin arabamız olarak süsletiyor ve birlikte beni kuaförden almaya geliyorlar.
Babam imam'a haber vermiş, "gelin nikah kıyın" diye.. İmam gelmiş bekle bekle yok, gitmiş.. Abim benden bir hafta sonra evlendi. Onlar da Eskişehir'de düğün yapıp İstanbul'a geldiler. Yine babam aynı imamı çağırmış, yine bekle bekle yoklar. onlar da gecikmişler. İmam gitmiş.. Babam bu olayı bize imamın gözüyle olaya bakıp, yorum yaparak anlatırdı, daha sonraları bunu defalarca dinleyip çok gülmüştük..
Beni kuaförden aldıktan sonra, aceleyle eve uğrayıp hızla nikah salonuna yetişiyoruz. Gelin odasında arkadaşlarım Hamit'in uzun gelen gömlek kollarını içerden çengelli iğnelerle kısaltıyorlar.
Bu arada Hamit gömleğin kolu dışarı çıkmasın diye sürekli kolunu yamuk tutuyordu. :))
Geçen yıl Dustin Hoffman'ın bir filmini seyretmiştik, Last Chance Harvey... Boşandığı eşinden olan kızının düğünü için Londra'dan Amerika'ya gider ve aceleyle bir takım elbise satın alır. Ancak bu sırada kasa görevlisi güvenlik alarmını çıkarmayı unutur, kimse farketmez.. Düğüne böyle gider. Zaten çok streslidir ve birçok kişiyle tokalaşmak zorundadır.. Kolu sürekli hareket halindedir ve kolunda plastik bir alarm parçası zımbalıdır. O sürekli bunu gizleme çabasındadır.. Durumu çok komiktir.. Bizim de durumumuz buna çok benzerdi.. Bu bezerliğe kahkahalarla güldük.. O zaman stres yaratan bu durumu şimdi gülerek hatırlıyoruz.
İğnelerle işi halledip, şöyle bir toparlanıp yine aceleyle salona giriyoruz. Bizden önceki nikahın uzaması işimize yaramıştı..
Salona girerken.. bizi Abim karşılıyor.. Benim yüzüm gülüyor, Hamit stresli :))
Nikah'tan sonra resimler çektiriyoruz. Takı töreni falan olmuyor. Kutlamalar yapılıyor. Annem annesinden hatıra bir elmas kolyeyi, Hamit'in annesi de bir saat takıyor.
Nikah şekerlerimizi Hamit'in arkadaşı dağıtıyor. Alana bir kez daha vermiyor, sıkı bir kontrol yapıyor. Bir koli şekeri arttırıyor, ertesi gün geri iade etmek üzere koliyi yanımıza alıyoruz..
Beyoğlu Evlendirme Dairesi'ndeki işimiz bitiyor.. artık evliyiz.. herkesle vedalaşıyoruz.. anneme-babama sarılıyorum.. kötü oluyoruz... Yine arkadaşımızın arabasıyla önce Sarıyer'deki Telli Baba'ya gidiyoruz. Bir adağımız yoktu ama o zamanlar her evlenen giderdi, adetti..
Orada bir yemek te yiyip Yeniköy'e geliyoruz. Bir fotoğraf Stüdyosunda aşağıdaki resmi çektiriyoruz. Bu resmi almaya gittiğimizde Hamit şok olmuş.. " Bu ne hal beni arap gibi çekmişsin! ne karanlık resim bu" demişti. Adam da "ben napim abi, neyse onu çekiyoruz" diyerek o zaman bizi çok kızdırmıştı, ama şimdi çok güldürüyor.
Yeniköy'deki evimize gittiğimizde Abim ve Nişanlısı Meliha, arkadaşımız Nuri vardı. Hemen yakındaki camiden bir imam çağırıldı ve imam nikahımız da tamamlandı.
Biz akşam Lalezar'a gitmek için tekrar hazırlandık ve arabamız falan olmadığı için bu sefer minibüse ve sonra otobüse binerek Maçka'ya gittik.
Ertesi gün nikah şekerlerimizi iade edip parasını aldık :)) Hiç hesapta yokken öyle iyi geldi ki :)) Topkapı'dan kalkan bir otobüse binerek balayına güneye doğru yola çıktık.
Bizi sürpriz şekilde otobüs garında abim karşıladı ve uğurladı.
Rotamız Side, Manavgat, Alanya..
Side'de daha ikinci günümüzde Hamit'in ayağına at kestanesinin dikenleri battı. Tam da bana gösteri yapmak için denizin içindeki kayalara çıkmıştı. Dikenler topuğuna tamamen batmış sadece siyah uçları görünüyordu. Gittiğimiz eczacı "maalesef yapacak bir şey yok, bunlar zamanla kaybolacaklar" dedi. Hamit dönene kadar topalladı ve topuğuna basamadı..
Side'de kaldığımız otelin önünde, henüz sağlamken :))
Alanya'da kaldığımız motel tam deniz kenarındaydı. Harika bir konumu vardı. Odalarda böcek vardı. Kırkayak gibi bilimum böcekler yatağımızdan bile çıkıyordu. Korkunçtu.. Ama yine de 2 gün kaldık. Zaten bu tecrübeden sonra bir daha 30 yıl boyunca hiç Alanya'ya gitmedik.
Manavgat'ta da Hamit'in Üniversite'den yeni evli bir arkadaşında kaldık.
Bu balayı bizim iyi hatıralarla ayrıldığımız bir tatil olmadı. Hatta 30 yıla geri dönüp baktığımızda en kötü tatilimizdi diyebiliriz. Çok büyük bir değişime adım atmışken, hayatımızda her şey yeniyken mükemmel bir ortam sunan balayı, maalesef bizde iyi anılar bırakmadı ve bu anıları gülerek de hatırlamıyoruz. :((
Tatilimiz bitti, evimize, işimize geri döndük..
Squibb'ten Müdürüm Doğan Bey "sana bir hediye alacağız, ihtiyacın olan bir şey olsun" deyince "kepçe takımı" demiştim. Mutfaklarda elektrikli aletler yoktu. Elektrikle çalışan bir tek buzdolabımız vardı. Daha kapıdan girer girmez horultusu duyulurdu. Eksikler vardı ama hiç acelesi yoktu. Bu kepçe takımı ve arkadaşların birleşip aldıkları uzun koridora serdiğimiz yolluk dışında önemli bir hediye hatırlamıyorum.
Bir aile kurmaya, birlikte yaşayarak birbirimizi tanımaya yeni başlıyorduk. Farklı aileler içinde yaşamış, çevremizden ve iş hayatımızdan farklı şeyleri cebimize koyup gelmiştik. Henüz birbirimizi çok az tanıyorduk. Yaşanmış anılarımız yoktu.. henüz birlikte mücadele etmemiş, gözümüzün yaşını silmemiş, ortak bütçe kullanmamış, uzun seyahatlere çıkmamış, hasret çekmemiş, yokluklar ve sıkıntıların üstesinden gelmemiştik.. henüz çocuk yetiştirmemiş, ortak sorumluluklar üstlenmemiştik.
Bu yüzden Murathan Mungan'ın "evlilik kararınızı nasıl verdiniz? " sorusu çok havada kalıyordu..