İşe Odakule'nin 11. katında başladım. Bana bir masa gösterdiler.. Şirketin Genel Sekreteri Güngör Tuncel ile yan yana çalışıyoruz. Şimdilik sadece 2 kişiyiz. Tüm personel yavaş yavaş tamamlanıyor. İSOTAŞ büyük bir arazi üzerinde 15.000 konutluk YENİKENT isminde bir proje yapacak.
1979 yılının Gazete İlanları..
Unkapanı Dersanesinden sonra yeni işimde bambaşka bir çevreye dahil oldum. Girdiğim şirketin yapısını, ortaklarını bilmiyordum. Sadece Odakule gibi o zamanın şahane binasındaydık. O kadar.
İşe başladıktan sonra beni işe alan Güngör Tuncel' in profesyonel futbol hakemi olduğunu öğrendim. Dünya tatlısı Güngör Bey bana işe girişimle ilgili daha sonraki konuşmalarımızda "eğer annenle gelmeseydin seni almazdım" demişti.. Güngör Bey'in daha sonra benim Nikah Şahidim olacağını o zamanlar ikimiz de bilmiyorduk :))
Bir şirketin ilk yerleşme ve kuruluşunda bulunmak, tüm evreleri yaşamak, işe başlamaları kutlamak, bu arada eski bir çalışan olmak harika bir duyguydu. 7.Kattaki ofisimizin düzenleme ve dekorasyonu bitmişti. Genel Müdürümüz eski Emlak Bankası Genel Müdürü Hayri Seçkin oldu.
Şirket Kurucuları : Turgut Özal (1979 yılında Madeni Eşya Sanayicileri Sendikası'nın (MESS) Genel Başkanı'ydı), İbrahim Bodur (Kalebodur'un sahibi), Ali Rıza Çarmıklı, Ulvi Yenal gibi meşhur isimlerdi. Üzerine 15.000 konut yapılacak arazi ise Tercüman Gazetesi sahibi Kemal Ilıcak'ındı. (Gazeteci Nazlı Ilıcak'ın Eşi)
7. Kata taşınmak için hazırlıklar yaparken ilk önce kopuk perde halkalarını diktiğimi hatırlıyorum. Hayri Bey "yapabilir misin?" diye sormuştu. Elimden gelen her şeyi yaparak başladım. Üstelik Hayri Bey gibi bir yöneticiyle çalışmak ayrı bir tecrübeydi. Emlak Bankası'nda yıllarca Genel Müdürlük yapmış, emekli olmuştu ama bizim için hala çok ciddi bir bürokrattı.
Yönetim Kurulu Toplantıları, özel görüşmeler nedeniyle birçok şirket patronu, politikacı şirkete gelirdi..
Hayri Bey genellikle misafirleriyle öğle yemeklerini Rejans'ta yerdi. Maliye Bakanı ve diğer Bakanlarla yazışmalar yapar, kanunlarla ilgili görüş bildirirdi.
Hayri Seçkin 12 Eylül darbesi sonrası 1982 Anayasası'nı yapmak için toplanmış özel yasama meclisinde de görev yaptı. Her gün sabah bizimle birlikte işe başlardı. Önce odasına yerleşir, sonra tüm ofisi dolaşıp herkese ayrı ayrı "Günaydın" derdi... Her gün.. Eğer biraz geç kalmışsak hemen Hayri Bey dolaştı mı? diye birbirimize sorardık :)) Ondan sonra işe gelmekten utanırdık. Bu şirkette bir adetti. 11. Kattaki Soytaş'ta da Genel Müdür Salih Zeki Kolat her sabah tüm personeli dolaşır tek tek "Günaydın" derdi, müthiş kibar bir beydi.. Her ikisine de Allah Rahmet eylesin..
Ben hemen asansörlerin karşısında oturuyordum. Hem tüm şirketin iletişimi, hem Hayri Bey'in yazışmaları, santral, Güngör Bey'in sabah kahveleri benim alanımdaydı :)) Kısa bir süre sonra iki kişi olduk. Sevinç işe başladı. Güngör Bey camın arkasından kahve karıştırma işareti yapar Sevinçle ben "sana söyledi" "yok sana söyledi" diye bu işi birbirimize atardık :)) Şirkette bunu yapacak biri çalışıyordu ama "sizinki bir başka oluyor" diye bizden isterdi.
Arka tarafta bir mutfağımız vardı. O zamanlar için başka şirketlerde bu bir hayaldi. Mutfaktaki buzdolabında her türlü içecek bulunurdu. Öğle yemekleri için aylık belli bir değerde kuponlar verilirdi, Beyoğlu'ndaki birçok restoran ile anlaşma yapılmıştı, istediğimiz yerde yiyebiliyorduk. Mısırlı Han, Hacı Salih , Saray, Tepebaşı'ndaki bazı tarihi otellerde şahane yemekler yediğimizi hatırlıyorum.
Ben sabahları erken çıkıp önce Topkapı'ya geliyor sonra oradan Taksim otobüsüne biniyordum. O zamanlar Topkapı sur içinden Karaköy'e dolmuşlar, Taksim'e de otobüsler kalkardı. Ben troleybüs denilen otobüslere biner, Tepebaşı'nda inerdim.
Troleybüs, gücünü yol boyunca asılı olan bir elektrik hattındaki iki kablodan alan elektrikli otobüstü. Elektrik kesintileri yüzünden sık sık yollarda kalan ve seferleri aksayan Troleybüsler, trafiği engellediği gerekçesiyle 1984’te kaldırıldı. Yolda giderken bazen tepesindeki kollardan biri çıkar, şöfor iner yerine takar, takılana kadar bekler, sonra devam ederdik.. bazen peşpeşe çıktığı olurdu.
Topkapı'da sabahları otobüs beklerken bazen Lise arkadaşım Sevgi ve eşi Saim'le karşılaşırdık. Onlar da Karaköy'deki işlerine giderlerdi. Yeni evlenmişlerdi. Bu konuşma ve selamlaşmalarımız hep resmi olurdu. Eşini tanımıyordum. Bazen de yine Liseden arkadaşım Adnan'la seyahat ederdim. O'da İTÜ Mimarlık öğrencisiydi. Adnan'ın vakti olduğu için bazen okul kitaplarımı ona sipariş ederdim, alır getirirdi. Benim nasıl bir öğrenci olduğuma şaşardı.
Daha 1980 12 Eylül'üne gelmemiştik. Ama adım adım yaklaşıyorduk. Adnan beni okuluna davet etmişti. O zamana kadar İTÜ Mimarlık Maçka binasını görmemiştim. Öğrencilerin avluda oturuşları, derslikler, okul atmosferi şahaneydi. Hepsi başarılı öğrencilerdi, insana gurur veriyordu. Ben de öğrenciydim ama bir genç olarak hiç bir yere ait değildim. Başka sorumlulukları üstlenmiş, öğrenciliği ikinci plana atmış, gençliğimi kenara koymuştum..
1979 çok hareketli ve Türkiye için olumsuz bir yıldı. Gazeteci Abdi İpekçi öldürüldü. Benzin yokluğu ve esnafın kontak ve kepenk kapatma eylemleri vardı, zamlar devam ediyordu. . Bu ekonomik ve siyasi koşullarda İSOTAŞ Yeni Kentler kurmaya çalışıyordu. Vatandaşlar ise yüksek faiz alabilmek için evlerini satıyordu. İçinde bulunulan koşullar, toplu konut yasasının yürürlüğe girmemesi, araziye iznin alınamaması gibi nedenlerle proje uzuyordu..
(Milliyet Gazetesi Arşivi'nden)
Yıl boyunca sayfa sayfa gazete ilanları çıkmaya, reklam yapılmaya devam edildi.
Daha sonra Kemal Ilıcak arsayı elinden çıkarmak zorunda kalınca, Bankalara devroldu.. En sonunda Emlak Bankası'nda kaldı. Emlak Bankası da birçok büyük firmaya ihale ederek bugünkü Anadolu Yakasındaki Ataşehir kuruldu..
O zamanlar kuş uçmaz kervan geçmez, şehire uzak bu arsa üzerinde bir de şantiye binası yapılmıştı. Bu binaya da arada sırada toplantılar için gider gelirdik. Biz o zamanlar neler olup bittiğini çok net göremiyorduk. İçinde bulunduğumuz Türkiye ekonomik şartlarını ve zorluklarını değerlendirip birleştiremiyorduk. Henüz çok gençtik.. Hepimiz mücadele etmeye hazırdık ve istekliydik.
O zamanlar kuş uçmaz kervan geçmez, şehire uzak bu arsa üzerinde bir de şantiye binası yapılmıştı. Bu binaya da arada sırada toplantılar için gider gelirdik. Biz o zamanlar neler olup bittiğini çok net göremiyorduk. İçinde bulunduğumuz Türkiye ekonomik şartlarını ve zorluklarını değerlendirip birleştiremiyorduk. Henüz çok gençtik.. Hepimiz mücadele etmeye hazırdık ve istekliydik.
20 Yaşında hayatı öğrenmeye başlamıştık. Artık kendi başımıza yürüyorduk :))