Ben Beyoğlu'nda Odakule'de işe başlayınca Teyzem bir haber getirdi.
"Hamit'te senin işe girdiğin şirkette çalışıyormuş" ... Nasıl yani? Ben Hamit diye birini tanımadım!!!!!
Hamit aynı şirketin Karaköy Şubesi'nde çalışıyormuş" dedi.. Ben Beyoğlu'ndayım, O Karaköy'de.. Görüşmemiz mümkün değil.. Tesadüf bu kadar olur. "Peki" dedim geçtim.
Hamit aynı şirketin Karaköy Şubesi'nde çalışıyormuş" dedi.. Ben Beyoğlu'ndayım, O Karaköy'de.. Görüşmemiz mümkün değil.. Tesadüf bu kadar olur. "Peki" dedim geçtim.
Ben işe başlayalı aşağı-yukarı bir hafta olmuştu. Henüz 11. kattayız. Masamda çalışıyorum. Gözlüklü, takım elbiseli, orta boylu, genç bir adam ofisi dolaşıyor, herkesin elini sıkıp vedalaşıyor. Sıra benim masama geldiğinde "Merhaba ben Hamit, Nurşen'in kayınbiraderiyim" diyor ve tanışıyoruz. "Bugün itibariyle işten ayrılıyorum, bundan sonra Kelebek Mobilya'da çalışacağım" diyor. Peki, hayırlı olsun.. diyorum, O dolaşmaya devam ediyor. Bu tanışmadan dolayı yüzüm kızarıyor, heyecanlanıyorum.
Unkapanı Dersanesi'ndeki görücü olayından yaklaşık bir yıl sonra kader bizi aynı şirkette buluşturuyor. O ayrılıyor, ben başlıyorum.. ama artık tanışıyoruz, yollarımız kesişti bir kere :))
Hamit SOYTAŞ'ın Karaköy Şubesinde Turgutreis ve Akyarlar Tatil Köylerinin Devremülk satışlarını
yapıyor. Bir gün bir devre-mülk satışı yaparken Kelebek Mobilya'nın sahibi Devremülk almak için görüşmeye geliyor.. Konuşup-sohbet ediyorlar, tanışıyorlar. Hamit'i kendi şirketine davet ediyor, gel bizde başla diyor.. ve Hamit orada satış bölümünde işe başlıyor.. Eğer bu görüşmeyi yapıp işten ayrılmasaydı biz hiç tanışmayacaktık..
İlk tanışmamızdan ve Hamit'in işten ayrılışından aylar sonra biz artık 7. Kattayız. Sevinç'le birlikte yan yana çalışıyoruz. Bir gün asansörden Hamit indi.. Bizi selamladı, birlikte sohbet ettik, neler yaptığını anlattı. Kelebek Mobilya'da Satış Şefi olmuş, tüm Türkiye'yi dolaşıyordu. Ayrıca kendisine Eyüp-Silahtar'da tüm ev eşyalarını satan bir dükkan açmıştı.. koltuk, dolap,halı, avize... Kendisi çalıştığı için dükkanda babası duruyordu.
Hamit bu geliş gidişlerinde bize hep uğrar, konuşmalarımız sırasında garip espriler yapar, rahatlığı ile Sevinç ve benim antipatimi toplardı. O gittikten sonra Sevinç'le dedikodusunu yapar, bazen telefonlarına çıkmamak için yalan söylerdik.
Gelip gitmeye devam etti. Sevinç ondan evi için sehpa almış, O'da hiç üşenmeden bize ilgi göstermişti. Bizim dışarda yemek yediğimizi biliyordu. "Bir gün yemek yiyelim, size ısmarlayayım" dedi.. Neden olmasın !? :)..
İstanbul'da olduğu bazı günlerde bize uğramaya, öğle yemeklerini birlikte yemeye başladık. Mısır Apartmanını O'da biliyordu, çünkü Yüksek Ticaret'lilerin Lokali buradaydı. Bazen İSOTAŞ'tan arkadaşlarla topluca, bazen de yalnızca ikimiz yemek yiyorduk. Bazen ben O'na ısmarlıyordum, bazen O bana..
(Şimdilerde 360 denilen eğlence mekanı da bu tarihi binanın en üst katında)..
Hamit İstanbul dışında seyahatte olduğunda da telefonla arıyor "ne var ne yok" diyordu.. "Buralardan istediğin bir şey var mı?" diye soruyordu. Bana gösterdiği ilgi hoşuma gitmeye başlamıştı. Kibar, eğlenceli, iyi birisi olduğunu biliyordum artık.
Ne zaman bizim ofise gelse Güngör Bey bizi camın arkasından görürdü, Hamit'i başıyla selamlardı.. . Eğer O'nun bu görüşmelere itirazı olsaydı beni kenara çeker "Hamit sana göre değil, yol yakınken vazgeçl" derdi. Bunu bildiğimden O'nun da gizli onayını da almış oluyordum :))
Bundan sonrası hızlı gelişti. Artık akşamları da iş çıkışı buluşuyor, birlikte yürüyor, otobüse birlikte biniyorduk. Odakule'ye yakın bir durakta buluşup, Mecidiyeköy'e kadar yaklaşık 5 Km.lik yolu yürüyorduk. (Mavi hat)
Bu yürüyüşler kışın da devam ediyordu. Bazen Gezi Parkı'nda oturuyor, bazen bir pastanede birşeyler yiyorduk.. Mecidiyeköy'den otobüsle Topkapı'ya geliyorduk. Hamit beni minibüse bindiriyor, kendisi de evin yolunu tutuyordu.
Beyoğlu aynı zamanda 12 Eylül öncesini yaşıyordu. Her an her şey olabilirdi. Bir gün pastanede otururken içeriye büyükçe bir maytap attılar, yanarak yerde bir müddet hızla dolaştı. İnsanlar ne olduğunu anlayamadan korkup kendilerini dışarı attılar, masalar devrildi, sandalyeler savruldu. Bu resim içinde sadece biz yerimizden kıpırdamadan oturduk. Hamit'in sakinliğini, soğukkanlılığını o zaman tanıdım, kendime de şaşırdım.
Çünkü yine aynı dönemlerde annemle Beşiktaş'ta sahildeki bir çay bahçesinde otururken bir patlama oldu. Herkes kaçıştı, ortalık karıştı. Birileri "yere yatın, yere yatın" diye bağırırken, biz de yere yattık neler olduğunu anlamaya çalışıyoruz. Ortalık sakinleşince patlamanın bir gazoz şişesinden kaynaklandığını anladık. Her an her şey olabilirdi.
O zamanlar Beyoğlu İstiklal Caddesi trafiğe açıktı. Tramvay yoktu.
Yayalar sadece kaldırımdan yürüyebiliyordu.
İstiklal Caddesi'nde ucuz giysi satan pasajlar, manifaturacılar, pliseciler, boncukçuların yanında pahalı Vakko gibi markalar birlikte yaşıyordu.
Ayakkabıların en iyisinin bulunduğu, Mısırlı gibi marka triko mağazalarının olduğu, henüz sadece Çiçek Pasajının ön planda olduğu, Nevizade'nin olmadığı ve ara sokakların boş olduğu zamanlardı.
İstiklal Caddesi'nde şimdiki gibi ev yemekleri yapan sıradan lokantalar yoktu. Ev yemeği yapmak marka lokantaların işiydi. Yemek hızla yenmez, çorbası, etli yemeği, pilavı, tatlısı peş peşe gelirdi.
Her türlü kitabı bulabileceğimiz İstanbul'un en büyük kitabevleri buradaydı. Hala çok güzel kitabevleri var.
İstiklal, Bağımsızlık, Özgürlük, Hürriyet demek. Yıllardır haklarını savunmak, sesini duyurmak ve bu toplumda görünür olmak isteyen birçok kişi bu caddede buluşuyor. Bu nedenle de her daim canlı ve her zaman günceldir. En son geçtiğimiz günlerde bir İsveç'li Türk işçinin hakkını aramak için hazırladığı kocaman pankartı İsveç Konsolosluğu'nun önünde yüzlerce kişi okuduk.
İstiklal Caddesi dinamiktir, değişkendir..Hayatın kendisi nasıl değişiyorsa öyle değişir, ayak uydurur.. Göç alır, ticaret el değiştirir, hırsızlara, tinercilere mekan olur, AVM açılır, tarihi binalar ve sinemalar gerçekten tarih olur. Kiliseler hamburgerciler arasında kalır, bazı Konsolosluk binaları yüksek beton duvarlar ardına saklanır.. Tiyatroları kapanır..
Bunların yanında yıllar içinde olumlu değişimler de gerçekleşir. İstiklal Caddesi trafiğe kapanır, nostaljik tramvay işletilmeye başlanır. Galata ve civarı yeniden hayat bulur. Bankalar Caddesi tarihiyle anılmaya başlanır, restore edilir. Kadınların geçemediği caddeler temizlenir, Nevizade Beyoğlu'na bambaşka bir hava verir, Talimhanedeki oto tamircileri temizlenerek oteller açılır, bölge turistik hale getirilir.
Tüm bu değişimleri birebir yaşadım. Beyoğlu ile ilişkim hep devam etti.. Tünel'deki Beyoğlu Evlendirme Dairesi'nde evlendim. Gelinliğimle orada "Evet" dedim.. Geçen gün uğradık, küçücük bir şey kalmış.. 30 yıl içinde Beyoğlu'ndan Maçka'ya, oradan Gezi Parkı'na oradan tekrar Tünel'e taşınmış durmuş..
Her yerde Evlendirme Sarayları yapılırken Beyoğlu'ndaki bu Evlendirme Dairesi'nin son hali beni şaşırttı doğrusu.
Hatıralarımızda canlandırdığımız mekanlar yıllar sonra bizi hayal kırıklığına uğratıyor. Zaman eski hatıraları cilalıyor, büyütüyor ve kötü yanlarını törpülüyor sanki. Evlenmeden önce oturduğumuz ev ne kadar da büyük ve bahçe ne kadar kocamandı. Ama yıllar sonra gidince o kadar büyük olmadığını görüp "Allah Allah bu salon ne küçükmüş yaaa" dediğimiz oldu.. O zaman yaşadığımız caddeler kocaman gelirdi. Şimdi gidince hayalimdeki cadde yerinde küçük bir sokak görünce şaşırıyorum.. Belki biz küçüktük ve her şey büyük geliyordu bilmiyorum.
Ama ne güzeldi bu değişimin ve hayatın içinde olmak. Bu caddenin dinamikliği ve değişimi beni de geliştiriyordu sanki. Hayatımın bu zenginlik içinde şekillenmesi ne büyük şanstı.. Bu şansı ben Annemle iş müracaatına gelerek kendim seçtim..
İşimi seçerken aslında sadece işimi değil, eşimi de seçeceğimi bilemezdim :))
Hamit bu geliş gidişlerinde bize hep uğrar, konuşmalarımız sırasında garip espriler yapar, rahatlığı ile Sevinç ve benim antipatimi toplardı. O gittikten sonra Sevinç'le dedikodusunu yapar, bazen telefonlarına çıkmamak için yalan söylerdik.
Gelip gitmeye devam etti. Sevinç ondan evi için sehpa almış, O'da hiç üşenmeden bize ilgi göstermişti. Bizim dışarda yemek yediğimizi biliyordu. "Bir gün yemek yiyelim, size ısmarlayayım" dedi.. Neden olmasın !? :)..
İstanbul'da olduğu bazı günlerde bize uğramaya, öğle yemeklerini birlikte yemeye başladık. Mısır Apartmanını O'da biliyordu, çünkü Yüksek Ticaret'lilerin Lokali buradaydı. Bazen İSOTAŞ'tan arkadaşlarla topluca, bazen de yalnızca ikimiz yemek yiyorduk. Bazen ben O'na ısmarlıyordum, bazen O bana..
(Şimdilerde 360 denilen eğlence mekanı da bu tarihi binanın en üst katında)..
Hamit İstanbul dışında seyahatte olduğunda da telefonla arıyor "ne var ne yok" diyordu.. "Buralardan istediğin bir şey var mı?" diye soruyordu. Bana gösterdiği ilgi hoşuma gitmeye başlamıştı. Kibar, eğlenceli, iyi birisi olduğunu biliyordum artık.
Ne zaman bizim ofise gelse Güngör Bey bizi camın arkasından görürdü, Hamit'i başıyla selamlardı.. . Eğer O'nun bu görüşmelere itirazı olsaydı beni kenara çeker "Hamit sana göre değil, yol yakınken vazgeçl" derdi. Bunu bildiğimden O'nun da gizli onayını da almış oluyordum :))
Bundan sonrası hızlı gelişti. Artık akşamları da iş çıkışı buluşuyor, birlikte yürüyor, otobüse birlikte biniyorduk. Odakule'ye yakın bir durakta buluşup, Mecidiyeköy'e kadar yaklaşık 5 Km.lik yolu yürüyorduk. (Mavi hat)
Beyoğlu aynı zamanda 12 Eylül öncesini yaşıyordu. Her an her şey olabilirdi. Bir gün pastanede otururken içeriye büyükçe bir maytap attılar, yanarak yerde bir müddet hızla dolaştı. İnsanlar ne olduğunu anlayamadan korkup kendilerini dışarı attılar, masalar devrildi, sandalyeler savruldu. Bu resim içinde sadece biz yerimizden kıpırdamadan oturduk. Hamit'in sakinliğini, soğukkanlılığını o zaman tanıdım, kendime de şaşırdım.
Çünkü yine aynı dönemlerde annemle Beşiktaş'ta sahildeki bir çay bahçesinde otururken bir patlama oldu. Herkes kaçıştı, ortalık karıştı. Birileri "yere yatın, yere yatın" diye bağırırken, biz de yere yattık neler olduğunu anlamaya çalışıyoruz. Ortalık sakinleşince patlamanın bir gazoz şişesinden kaynaklandığını anladık. Her an her şey olabilirdi.
.jpg)
Yayalar sadece kaldırımdan yürüyebiliyordu.
İstiklal Caddesi'nde ucuz giysi satan pasajlar, manifaturacılar, pliseciler, boncukçuların yanında pahalı Vakko gibi markalar birlikte yaşıyordu.
Ayakkabıların en iyisinin bulunduğu, Mısırlı gibi marka triko mağazalarının olduğu, henüz sadece Çiçek Pasajının ön planda olduğu, Nevizade'nin olmadığı ve ara sokakların boş olduğu zamanlardı.
İstiklal Caddesi'nde şimdiki gibi ev yemekleri yapan sıradan lokantalar yoktu. Ev yemeği yapmak marka lokantaların işiydi. Yemek hızla yenmez, çorbası, etli yemeği, pilavı, tatlısı peş peşe gelirdi.
Her türlü kitabı bulabileceğimiz İstanbul'un en büyük kitabevleri buradaydı. Hala çok güzel kitabevleri var.
İstiklal, Bağımsızlık, Özgürlük, Hürriyet demek. Yıllardır haklarını savunmak, sesini duyurmak ve bu toplumda görünür olmak isteyen birçok kişi bu caddede buluşuyor. Bu nedenle de her daim canlı ve her zaman günceldir. En son geçtiğimiz günlerde bir İsveç'li Türk işçinin hakkını aramak için hazırladığı kocaman pankartı İsveç Konsolosluğu'nun önünde yüzlerce kişi okuduk.
İstiklal Caddesi dinamiktir, değişkendir..Hayatın kendisi nasıl değişiyorsa öyle değişir, ayak uydurur.. Göç alır, ticaret el değiştirir, hırsızlara, tinercilere mekan olur, AVM açılır, tarihi binalar ve sinemalar gerçekten tarih olur. Kiliseler hamburgerciler arasında kalır, bazı Konsolosluk binaları yüksek beton duvarlar ardına saklanır.. Tiyatroları kapanır..
Bunların yanında yıllar içinde olumlu değişimler de gerçekleşir. İstiklal Caddesi trafiğe kapanır, nostaljik tramvay işletilmeye başlanır. Galata ve civarı yeniden hayat bulur. Bankalar Caddesi tarihiyle anılmaya başlanır, restore edilir. Kadınların geçemediği caddeler temizlenir, Nevizade Beyoğlu'na bambaşka bir hava verir, Talimhanedeki oto tamircileri temizlenerek oteller açılır, bölge turistik hale getirilir.
Tüm bu değişimleri birebir yaşadım. Beyoğlu ile ilişkim hep devam etti.. Tünel'deki Beyoğlu Evlendirme Dairesi'nde evlendim. Gelinliğimle orada "Evet" dedim.. Geçen gün uğradık, küçücük bir şey kalmış.. 30 yıl içinde Beyoğlu'ndan Maçka'ya, oradan Gezi Parkı'na oradan tekrar Tünel'e taşınmış durmuş..
Her yerde Evlendirme Sarayları yapılırken Beyoğlu'ndaki bu Evlendirme Dairesi'nin son hali beni şaşırttı doğrusu.
Hatıralarımızda canlandırdığımız mekanlar yıllar sonra bizi hayal kırıklığına uğratıyor. Zaman eski hatıraları cilalıyor, büyütüyor ve kötü yanlarını törpülüyor sanki. Evlenmeden önce oturduğumuz ev ne kadar da büyük ve bahçe ne kadar kocamandı. Ama yıllar sonra gidince o kadar büyük olmadığını görüp "Allah Allah bu salon ne küçükmüş yaaa" dediğimiz oldu.. O zaman yaşadığımız caddeler kocaman gelirdi. Şimdi gidince hayalimdeki cadde yerinde küçük bir sokak görünce şaşırıyorum.. Belki biz küçüktük ve her şey büyük geliyordu bilmiyorum.
Ama ne güzeldi bu değişimin ve hayatın içinde olmak. Bu caddenin dinamikliği ve değişimi beni de geliştiriyordu sanki. Hayatımın bu zenginlik içinde şekillenmesi ne büyük şanstı.. Bu şansı ben Annemle iş müracaatına gelerek kendim seçtim..
İşimi seçerken aslında sadece işimi değil, eşimi de seçeceğimi bilemezdim :))