Herkesin hikayesi bambaşka. Bizden iki nesil geriye babaanne, anneanne dönemine ve o zamanlar yaşananlara baktığımızda bizimkilerden ne kadar da farklı.
Biz ne kadar durgun sularda yaşıyoruz. Onlar ise oradan oraya savrulmuşlar, bir yuva kurmakta, çocuk yetiştirmekte ne çok zorlanmışlar... çeşit çeşit ayrılıklar, acılar yaşamışlar.
Nisan 2013 sonunda amcamı ziyarete Kastamonu'ya gittik. Amcam şu anda 85 yaşında, maşallah çok sağlıklı ve dinç. Konuşurken bazen hatıralara dalıyor ve ağlıyor, gözlerinden yaşlar süzülüyor. "Beni yetiştiren aileme ne kadar dua etsem azdır, onlar benim varlık nedenim" diyor.
Babam ve amcam arasında 3 yaş fark var. Babaannem İstanbul Kızı.
Dedem Kastamonu'lu, Asker-Yüzbaşı.
Onlar hakkında o kadar az şey biliniyor ki.. Kastamonuda yaşıyorlar. Dedem vefat ediyor. Babaannem biri üç diğeri bir yaşında iki çocukla dul kalıyor.
Babaannem Babam Dedemin kucağında..
Dedemi kaybettikten sonra Kastamonu'da 2 çocukla yaşamak zor oluyor. Köyde işi yok, şehirli bir kadın.. O zamanlar kadınlara iş fırsatı da yok.. Zor şartlarda İstanbul'a dönme planları yaparken Kastamonu'da karşısına bir aile çıkıyor. Bu aile ilk çocuklarını kaybetmiş ve çok istemelerine rağmen bir daha çocukları olmamış.. Babaannemin iki çocukla zor şartlarını görünce "ufak olanı biz büyütelim, bize verin" demişler.
Kim bilir bütün bunlar ne kadar zorlu oluyordur ama aktaracak o zamanı yaşayan ve hatırlayan kimse olmadığı için düz bir olaymış gibi anlatılıyor. Bir annenin yaşadıkları onun ağzından anlatılamıyor.. Ne çektiği zorlukları, eşini kaybetmenin acısını, ne döktüğü göz yaşını ne de karar verme sürecindeki çelişkilerini biliyoruz??
Babaannem aileye güvenerek karar veriyor ve küçük olan çocuğunu Kastamonu'da bırakıyor. Babam daha büyük olduğu ve annesinden ayrılması zor olacağı için küçük olan amcam tercih ediliyor.
Babannem küçük oğlunu Kastamonu'da bırakıp, sadece babamı alarak İstanbul'a geliyor.
Ayaktaki Halam, oturan Babaannem.. Babam 3 yaşında..
.

Kıyafetlere bakıldığında, elbiseler, rugan ayakkabılar, ipek çoraplar, tozluklar.. Muhteşem bir hayat görünüyor. Ben yüzündeki ifadede mutluluk göremiyorum.. Belki de bir veda fotoğrafıdır, kim bilir kime yollanmıştı? Babam bu fotoğrafları daha sonra nasıl buldu da bugünlere kadar geldi bilmiyorum.
Amcam Kastamonu'da farklı bir aile ile büyüyor.. Ben O'nu gördüğümde döktüğü gözyaşı ve
"Beni yetiştiren aileme ne kadar dua etsem azdır, onlar benim varlık nedenim" demesi bu yüzden..
O'nu evlat edinen aile için söylenmiş cümleler..
Babam'ın İstanbul macerası çok kötü başlıyor. Daha yolda Kastamonu'dan İstanbul'a gelirken kaza geçiriyorlar, araçları devriliyor. Bu kazadan sonra babamın gözleri görme kaybına uğruyor. İstanbul acı vatan.. Daha sonra Annesini de kaybediyor.
Ortaokulu bitirince çaresizce Kastamonu'ya amcamı evlat edinen aileye gidiyor. "Ben de burada kalabilir miyim? okumak istiyorum" diyor.. Fakat zorluklar ve yokluklar sadece bir çocuğun bakımına müsait olunca aile olumlu bir cevap veremiyor. Babam bir çıkın içine koydukları karpuz ile yolcu ediliyor. Çaresiz bir dönüş yolculuğu, kalan günlerde akraba yanlarında kısa gecelemeler, zorlu bir hayat mücadelesi..
Gündüzleri Lise'ye devam ediyor, geceleri çalışıyor. Hayatını yokluklarla, eksikliklerle, yoksunluklarla geçiriyor ve kendine bir hayat kurmayı başarıyor.
Amcamı evlat edinen aile memur. Ancak köyde de tarlaları ve hayvanları var, ilgilenemiyorlar. Buna iş olarak bakmıyorlar. Ailesi "gel seni de memur yapalım" diye hedeflendirmek istiyor ama amcam "kimsenin emrinde ve yönetiminde çalışmak istemediğini" söyleyerek "ben bağımsız çalışmak istiyorum" diyor ve köyü tercih ediyor.
Kendileri hiç ilgilenmezken amcam sayesinde işleri büyüyor. Amcam yıllar boyunca severek ve isteyerek tüm bu işleri yürütürken "adam gibi adam" olduğunu, hayatta kimseyle çatışmadığını, doğruluk ve dürüstlükten şaşmadığını anlatıyor. 4 çocuğu, 8 torunu, 14 torun çocuğu var.
Babamın ise pek seçme şansı yok. Hayat onu sürüklüyor. Emekli olana kadar bağımlı çalışıyor. Tapu Kadastro ile başlayan hikayesi daha sonra otelcilikle devam ediyor.. Gecesi gündüzü birbirine karışan bir hayat yaşıyor. Otelciliğin her kademesinde çalışıyor.. Annemi tanıyıp evleniyor.
O'nu çok seviyor :)
Yabancı dili var.. Çok iyi İngilizce, biraz Almanca konuşuyor. Felsefe ile ilgileniyor. Bir ansiklopedi sanki. Astronomi, Uzay, Fizik, Kimya, Tarih, Siyaset hep ilgi alanında..
Sürekli okuyor. 2 çocuğu 2 torunu var.
Abime de kendi babasının adını veriyor.. Tevfik.
Dedemi hiç görmedim, tanımadım ama O benim Nişanımda oradaydı
ve bize duvardaki resminden gülümsedi..
Amcam yıllar boyunca sabahtan hayvanları peşine katıp kırlara, güzel otlaklara götürüyor. Giderken yanına biraz katık alıyor. Bu zaman zaman bir somun ekmek olabiliyor. Köy çeşmelerinden su içiyor.
Saatlerce hayvanlar otla beslenirken onlarla beraber zaman geçiriyor, akşamüstü dönüyor.
Köyün bütün işlerini yıllar boyunca eşiyle birlike yürütüyor. "O zamanlar iki kişiydik tüm işleri biz karı-koca yapıyorduk, şimdi bu kadar kalabalığız ama aynı işleri yetiştiremiyorlar" diyor..
Makinanın, modern tarımın olmadığı dönemlerde her işi beden gücüyle kendileri yapıyorlar. Ömürleri büyük bir mücadele içinde geçiyor.
İşte iki kardeşin hikayesi..
Biri şehirde biri köyde büyüyor...
Seçtikleri yollar, yaşamları, eğitimleri farklı...
Ama inanın amcamla babamın o kadar ortak noktasını keşfediyorum ki...
Hayata bakışları, değerleri ifade edişleri, mücadele güçleri...
Amcamı dinlerken yaptığı işle ilgili bitmek tükenmek bilmeyen isteği, azmi, çabasına hayran oluyorum. Babamı hatırlıyorum.. Aynı böyleydi.. Ne zordu her ikisi için de hayata tutunmak..
Ya da birinin hikayesi daha mı zordu diğerinden? Hangisinin?
Amcam bana abisinden bir yadigar olarak sarılıyor ve ağlıyor, ben ona bakarken babamı çok özlüyorum..
Bu yüzden sıkı sarılıyorum..